NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

26 Aralık 2007

Prof. Dr. Türker Alkan - Bilimsel aşırmalar (Radikal)

Son zamanlarda üniversitelerle ilgili iki haber dikkati çekiyor. Birinci habere göre Türk üniversitelerinde bilimsel verimlilik artmıştır. Dünya üniversiteleri arasında bilimsel üretkenlik sıralamasında üst kademelere doğru tırmanıyoruz. Bu iyi haber. Kötü habere gelince, üniversitelerimizde 'intihal' olayları artmaktadır! İntihal, yani başkasının yayınından kaynak göstermeden 'aşırma'!

Türk üniversitelerinin bilimsel yayınlardaki ilerlemesini ne ölçüde intihallere borçluyuz, araştırmaya değer. >>>

13 Aralık 2007

Prof. Dr. Rıdvan Karluk - Sakarya Gazetesi

Sevgili Okurlar,

Cuma günkü yazım üzerine YÖK tarafından intihal ile suçlanan öğretim üyelerine verilen cezaların ne kadar olduğu tarafıma iletilen mesajlar ile gündeme getirilmiştir.

Prof. Dr. Erdoğan Teziç’in başkanlığında YÖK tarafından sadece 22 öğretim üyesi intihal yaptığı gerekçesiyle cezalandırılmıştır.

YÖK, aynı dönemde üniversitelerle ilgili yapılan şikayetler sebebiyle 43 rektör hakkında soruşturma açmıştır.

Prof. Dr. Erdoğan Teziç dönemini kapsayan faaliyet raporunda, YÖK’te en çok gündeme gelen disiplin suçlarından birinin intihal ile ilgili konular olmuştur.

Rapor’a göre intihal sebebiyle YÖK’e 2004’te 6, 2005’te 17, 2006’da 13, 2007 yılında 9 teklif dosyası gelmiştir. Değerlendirme sonucunda intihal suçu sabit görülen 22 öğretim üyesine ceza verilmiştir.

Üniversite öğretim üyeleri Derneği Başkanı Prof. Dr Tahsin Yeşildere, üniversitelerin YÖK’e bildirdiği intihal rakamlarının çok az olduğu görüşündedir.

Üniversitelerin mutlaka yüksek lisans ve doktora yapacak öğrencilere bilim etiği ve tez yazılırken dikkat edilmesi gereken konular hakkında ders vermesini isteyen Yeşildere’nin şu tespiti çok önemlidir:

“Eski yayınları araştırsanız bir çok yayının yurt dışından alınmış olduğunu görürsünüz. Belli bir makamda olup da intihal yapanlar kayırılıyor. Ayrıca üniversitelerdeki intihaller tam olarak ortaya çıkarılamıyor. Rektörü desteklemişseniz intihal dosyanız işleme konulmaz, rektöre yakın olanların intihalleri, başıma iş gelir diye, ihbar edilmez.”

Prof. Yeşildere’nin görüşüne aynen katılıyorm. Bu konuda somut kanıtlarım da vardır.

Üniversite Öğretim Elemanları Dayanışma Derneği Başkanı Prof. Dr. Şefik Dursun da YÖK’e bildiren intihal vakalarının az olduğu görüşündedir. Dursun, “Rektörler kendilerine göre intihal iddialarını değerlendiriyor, çoğunu da YÖK’e bildirmiyorlar” demiştir.(Basın, 08.22.2007)

Yeni YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın üzerinde durması gereken en önemli konuların başında üniversitelerdeki bilimsel hırsızlıklar gelmektedir.

Çünkü bu hırsızlıklar, (intihaller) üniversitelerin bilimsel namusuna gölge düşürmektedir.

9 Aralık 2007

Prof. Dr. Rıdvan Karluk - İntihalci (Bilimsel Hırsızlık Yapan) Hocalara Mesaj Var!...(Sakarya Gazetesi)

Geçenlerde Ege Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Kayhan Kantarlı'dan bir e-posta aldım.
Türk üniversitelerindeki bilimsel hırsızlık yapan öğretim üyeleri ile tek başına mücadele eden Prof. Kantarlı'nın e-postası aynen şöyledir:

"Değerli öğretim elemanları
YÖK'ün 26. kuruluş yılında Türkiye hala intihal nedir? Ne değildir? Sorusunun yanıtını bulamadı. Yüz kızartıcı olaylar ne zaman bitecek? YÖK neden insiyatifi ele alıp evrensel olarak geçerli açık ve net (kitapları ve araştırma makalelerini kapsayan) bir intihal tanımı yaparak öğretim elemanlarını uyarmıyor?
Aslında bu tanım TÜBA ve TÜBİTAK tarafından açık ve net olarak, Ömer Dinçer olayındaki kaynak gösterilmeyen alıntıların intihal sayılarak meslekten çıkarma olayındaki uygulaması ve öğretim elemanları disiplin yönetmeliğindeki madde nedeniyle dolaylı olarak YÖK tarafından da yapıldı.
Fakat aşağıdaki haber ve mesajdan öğrendiklerimiz bazı meslekdaşlarımızın bu tanımı anlamakta güçlük çektiklerini ve tıpkı derslerde yaptığımız gibi örneklerle süslenmiş bir tanımlamaya gereksinim duyduklarını gösteriyor.
Aşağıdaki haber ve mesaj eklerinden bir şey daha öğreniyoruz, bu yaşımızda:
Üniversitelerde okutulan ders kitaplarında kaynak gösterilmeyen alıntılar anonim sayılır ve intihal sayılamazmış.
Yaşam Boyu Öğrenme bu herhalde...
Ne güzel! Bu örneklere bakıp herkes artık başka kitaplardan topladığı "anonim bilgilerle" hiç bir kaynak gösterme endişesi taşımadan ders kitapları yazar bol ve puanlarını artırararak hızla yükselir. Kayhan Kantarlı, EÜ öğretim üyesi."

Prof. Kantarlı'nın e-postasının ardından Anadolu, Eskişehir Osmangazi ve Afyon Kocatepe Üniversitesi'nde intihal (bilimsel hırsızlık) ile suçlanan öğretim üyeleriyle ilgili bir çok önemli bir iddia bana ulaşmıştır.

Üniversitelerimizde bilimsel hırsızlıkların üstü genelde örtülmez, hırsızlık fiilini işleyen öğretim üyesine disiplin yönetmeliği gereği üniversite ile ilişkisi kesilir. Fakat bazen "kol kırılır, yen içinde kalır" zihniyeti hakim olunca, intihalci hocalar bu ağır suçtan paçayı kurtarabilmektedir.
Üniversitelerimiz açısından bu işin maliyeti de söz konusudur. Eğer bir üniversitede intihalcı hocalar açıklanırsa, o üniversitenin bilimsel itibarının zedeleneceği kuşkusu vardır. Fakat bu korku yersizdir.

Sepetten çürük elmalar atılmaz ise, sağlam elmalar da çürür ve sepette yenecek sağlam elma kalmaz.

Bu sebeple bana iletilen bir mesajı, bilimsel etik değerlere önem veren bir öğretim üyesi olarak sizlerle paylaşmak istiyorum.>>>

8 Aralık 2007

YÖK'ten 4 yılda sadece 22 intihale ceza (ZAMAN)

Yüz kızartan intihal komedisi (BUGÜN)

Karadeniz Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. İbrahim Özen'in, öğretim üyeleriyle hazırladığı 11 sayfalık makale intihal çıktı. Rektörün bilimsel hırsızlığını, makaleyi yayınlaması için gönderdiği tıp dergisi ortaya çıkardı.>>>

3 Aralık 2007

Prof. Dr. Ayşe Erzan - Bilim etiği üzerine (ARIyorum-İTÜ Gazetesi)

Dün, ‘olur o kadar,’ ‘bize bu kadarı yeter,’ ‘bizde imkanlar ancak buna elveriyor,’ ‘kimse farketmez zaten’ diyerek ve örtbas edilerek ‘idare edilen’ bilim ahlakı alanında, köklü bir atılım yapmak gerekiyor.

Ülkemizde bilimsel ve teknolojik üretimin, dünya genelindeki tempoyu yakalayamasa da, hızla arttığı, bilim teknoloji alanının kabuk değiştirdiği yeni bir döneme girmiş bulunuyoruz. Genç bilim insanları, bilim ve teknoloji alanında daha üretken, daha kendine güvenli, iddialı ve daha rekabetçi bir çığır açmış bulunuyorlar. Ülkemizdeki bilim etiği bilgisi ve uygulamasının bu düzeyin gerisinde kalması tüm bilim camiası için çok derin ve sancılı sorunlar yaratmakta, bu çabalara da köstek vurmaktadır. Dün, “olur o kadar,” “bize bu kadarı yeter,” “bizde imkanlar ancak buna elveriyor,” “kimse farketmez zaten” diyerek ve örtbas edilerek “idare edilen” bilim ahlakı alanında, köklü bir atılım yapmak gerekiyor.

Bilimde dürüstlük, bilimin tanımı içinde yer alır, onun kurucu unsurlarından biridir, onsuz olunamaz. Bilim ahlakı, insanların dürüst ve her zaman gerçeklere saygılı olmaları, hakkaniyetli olmaları, hakettiğinden fazlasına tamah etmemeleri diye özetlenebilecek çok temel hasletlerden oluşmakta. Ama modern dünyada, bunları söylemenin yetmediği deneylerle sabit. Herkesin öğrenciliği sırasında bilim etiği eğitimi alarak, mesleklerini icra ederken, araştırma ve yayın yaparken karşılaştıkları her somut durumda uygulanacak kuralları ayrıntıları ile bilmesi gerekiyor. Aşırmanın, sahteciliğin, tahrifatçılığın tanımının kimsenin, “ben buradaki usulu bilmiyordum” diyemeyeceği biçimde tanımlandığı bir dünyada, yine de karşımıza çıkabilecek ihlalleri, kurumsal olarak büyük bir titizlikle takibetmek ve cezalandırılmalarını sağlamak gerekiyor. Burada nasihatin yetmediği de, uluslararası deneylerle saptanmış bir gerçek. Demek ki, başta üniversiteler olmak üzere bilim kurumlarına iki önemli görev düşüyor: 1) Bilim etiği eğitimini, üniversitede verilen eğitimin ayrılmaz bir parçası kılmak ve 2) etik ihlallere göz yummamak, bunların bürokrasinin çatlakları, dolambaçları arasına sığınmasına müsaade etmemek. Türkiye Bilimler Akademisi de bilim etiği eğitimi konusunda üzerine düşeni daha enerjik bir biçimde yapmaya çalışıyor.
(http://www.tuba.gov.tr/files_tr/bilimseletik.php)

Ülkemizde, etik kuralları bilmemenin yanında, bilim etiği ihlallerinin altında yatan, başta da değindiğim önemli bir unsur daha olduğunu düşünüyorum. Yetersizliğin veri olarak kabul edildiği, “biz zaten ancak bu kadarı becerebiliriz” e teslim olunduğu bir ortamda, başkalarının fikri ürünlerine saygısızlık alabildiğine yaygın. Zira bu fikri ürünlerin nasıl bir emek karşılığı elde edildiğine dair, ancak insanların kendi pratiklerinden doğabilecek, muhayyile olabildiğince kısır. Bu yaklaşım, derslerde kopyacılığı mazur göstermek için öne sürülebildiği gibi, makaleden ders kitabına, hatta popüler kitap yazımına kadar her türlü aşırmaya kılıf olarak kullanılabiliyor. Bu nedenle, bir araştırmacı çıkıp “ben makalemde aslında yeni ve orijinal şeyler yaptım, ama giriş kısmından bazı paragrafları başka bir makaleden olduğu gibi çekmekte bir sakınca görmedim, bunlar nasılsa genel geçer laflar,” diyebiliyor, örneğin. Buna karşı, özgüvenimizi, hamaset yaparak değil de, bilim ve teknolojinin her alanında gerçek ve anlamlı ürünler çıkartarak yeniden inşa etmemiz, her türlü şarlatanlığa hayır dememiz gerekiyor. Örneğin bir İTÜ’nün, “Erke Dönengeçi” gibi bir ucubeyi kamuoyunda resmen teşhir etmesi gerekiyor. Bilim dürüstlük kadar eşitler arasında eleştiriye dayanır. Eleştiri ve özgür düşünce, bilimin ve bilim etiğinin diğer, olmazsa olmaz kurucu unsurudur.

Prof. Dr. Ayşe Erzan
Fizik Bölümü, İTÜ

Bilimsel Etik Depremi (ARIyorum - İTÜ Gazetesi)

Bilim üretme işinin özünden dolayı yapılan bilimin yayınla taçlandırılması işin bilimselliğinin gereklerinden biridir. Bilgi saklanarak değil paylaşılarak çoğalır. Bu sebeple bilim adamlarından beklenen şey ürettikleri bilgileri kamuoyu ile paylaşmalarıdır. Bu bağlamda bilimsel etik kampanyalarının, bilimsel etik tartışmalarının aslında ne kadar hayati olduğunu anlamak oldukça kolay.>>>

23 Kasım 2007

Prof. Dr. Bahattin Baysal - Bilimsel yayınlarda etik sorunlar: Kurumlar arası karmaşa (CBT)

Cumhuriyet Bilim Teknik 23.11.2007
Türkiye'de bilim dünyası, 19 Temmuz 2007 günlü Nature Dergisi'nde yayımlanan "Türk fizikçileri aşırma (intihal) töhmeti altında" yazısı ile sarsıldı. 15 Türk fizikçinin yazdığı 67 makalenin e-baskı arşiv'den çıkarıldığı bildiriliyor. Mersin, Çanakkale, Dicle ve ODTÜ üniversitelerinden 15 fizikçinin adları veriliyor. Bahattin Baysal , Türkiye Bilimler Akademisi
Türk bilim dünyasında tanınmamış kişiler. Aşırma içerdikleri ileri sürülen makaleleri ayrıntıları ile inceledim. Makalelerin konuları güncel: relativite, kozmoloji, yerçekimi, kara delikler vb. Bazı makalelerde, uzun ya da kısa paragrafların başka yazarların çalışmalarından alındığı, yazarların makalelerini daha albenili gösterme gayreti içinde oldukları görülüyor. İncelemeyi sürdürünce ortaya çıkan durum insanı şaşırtıyor: 16 sayfalık bir makalenin hemen yarısı, daha önce yayımlanmış üç-beş makaleden olduğu gibi alınmış!
11 Ekim 2007 günlü Nature dergisinde Dekan Prof. Dr. İhsan Yılmaz 'ın bir açıklaması yer aldı: "Aşırma? Hayır, sadece iyi İngilizceyi ödünç aldık" diyor. Sanıyorum, yukarda açıkladığım durumu bir bilim insanı kabul edemez. Aşırma ölçüsü geçilmiş, talan edilmiş!
Bana göre, kısa veya uzun, bir başka makalenin bir paragrafı yeni bir makalede kullanılamaz. Kaynak göstererek ve yeniden yazmaya gayret ederek benimsediğiniz bir görüşe makalenizde yer verebilirsiniz. Bu bağlamda, Mustafa Salti gibi yetenekli bir fizikçinin bu tür ucuz yöntemleri benimsemesi hüzün vericidir.
İHBAR ETMEYE GELİNCE
Yukarda belirttiklerim benim kişisel görüşlerimdir. Bu tür görüşlere dayanarak meslekdaşlarını üniversite etik kurullarına bildirecek yerde yabancılara ihbar etmek yanlıştır. Bu nedenle, Prof. Dr. Metin Balcı'ya katılmıyorum. Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nin bazı fizikçileri bu durumu Dr. Paul Ginspark'a bildirmekle Türk bilimine onulmaz zarar vermişlerdir. Son haftalarda, İstanbul'dan bilimsel dergilere sunulan makalelerin hakemlere gönderilmeden iade edildiklerini öğrendim.
Aşırma sözü edilen makalelerde alıntı yapılan paragraflar sarı renklerde boyanıyor. Bu sarı sayfaya tıklarsanız alıntı yapılan makaleyi tümü ile görüyorsunuz. Elin adamı sizlerin saflığı üzerinden ne yaman reklam yapıyor !
Üzerinde durulması gereken bir başka sorun da "Nature" dergisinin bu konuyu bir hayli saptırarak "Türk Fizikçilere" toptan mal etmesidir. Tipik bir Batılı sömürgeci davranışı.
2002 yılında ABD'de BELL laboratuarlarında Alman fizikçi Dr. Jan Hendrick Schön'ün "Science" ve "Nature" dergilerinde 20 araştırmacı ile birlikte yayımladıkları 24 makaleden 16'sında deney sonuçlarını değiştirerek sahtecilik yaptığı saptanmıştı. (CBT, 17 Mart 2003, Rekor Düzeyde Bir Sahtecilik. B. Baysal.) "Nature" dergisinde Alman ve Amerikan fizikçilerin sahteciliği başlıklı bir yazı çıkmadı!
YAPILMASI GEREKEN İŞ NEDİR?
Türkiye'de yapılan bilimsel araştırmalar1990'lı yıllardan sonra büyük bir ivme kazandı. 2006 yılında bilim indekslerine giren yayın sayısı 18,680'e ulaştı. Gerçekte, bu yayınların büyük bir kısmının çevre kirliliği, atık sular gibi belediye hizmetleri ve sağlık servisleri kapsamında yer aldıkları biliniyor. Bütün dünyada bu tür uygulamaların yürürlükte olduğunu unutmamak gerekir.
Bilimsel yayın sayılarındaki bu hızlı artışa karşın, yayınların nitelik bakımından yetersiz olduğunu ayrıntıları ile açıklıyoruz. Bilimsel araştırma geleneği bulunmayan bir ülkede yaşıyoruz.
Etik sorunu nedir? Yönetmeliklerde yazılan örnekleri bir tarafa bırakalım. Etik sorunlara yol açan niteliksiz çalışmaların kimyadaki örneklerini verebilirim: Akademik yaşama yeni girmiş bir araştırıcının tez hocasının çalışmalarını sürdürmesi etik bakımından yanlıştır. Basit analiz sonuçlarını ikinci düzey dergilerde yayımlamak bilim dünyasına katkı sağlamıyor. Organik moleküllerde küçük değişiklikler yaparak X-ışınları ile yapılan deneyleri yurt sathında sürdürmek ucuz bir araştırma konusudur. Niteliksiz çalışmalarla yayın sayılarını arttırmak genellikle tembel araştırmacıların başvurduğu bir yoldur. Tüm niteliksizliklerin, yeterli sayıda üstün düzeyde bilim adamlarının yokluğundan türediği kuşkusuzdur.
Yayınlarda etik sorunların giderek büyüdüğü ortaya çıkınca çeşitli devlet kurumlarında etik kurullar oluşturuldu. Yayın etiği kuralları kitapçıklar halinde düzenlendi. Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA), TÜBİTAK, çeşitli Sağlık Kurumları etik kuralları açıkladılar.
Sayısal olarak hızla büyüyen üniversite doçentliği başvurularındaki etik sorunları incelemek için Üniversitelerarası Kurul'ca oluşturulan ilk etik kurul çalışmalarını 4 yıl sürdürdü. İlerleyen yıllarda bu kurulun deneyimlerinden yararlanıldığını sanmıyorum. Özetle, çeşitli etik kurulları, kuralları düzenleyen kitapçıklar var. Uygulamaya gelince tümünün yetersiz olduğu anlaşılıyor.
YAPTIRIMLAR NİÇİN YETERSİZ?
Yurt çapında yükseköğretimde, üniversitelerde ve bilimsel yayınlarda etik sorunların giderek arttığı; denetleme düzeninin işletilmediği biliniyor. Bu başıbozuk düzenin kaynağı nedir? Ana sorunun kurumlar arası karmaşadan kaynaklandığı söylenebilir. Milli Eğitim Bakanlığı, Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) ile. YÖK - üniversitelerle, YÖK - TÜBİTAK ile, Sağlık kuruluşları - Sağlık Bakanlığı, tıp fakülteleri, hastaneler birbirleri ile anlaşmazlık içindedir. Türkiye Bilimler Akademisi'ne (TÜBA gelince "tam siper". Devletin kurumları arasında uyuşmazlık kabul edilemez.
ANA SORUN NEDİR?
Kanımca, bu kargaşanın kökeninde "Devlet Adamı" niteliği taşıyan yeterli sayıda insanların bulunmayışı yatıyor. Siyaset ve yönetimde, sınırlı sayıda bazı emekli büyükelçiler ve emekli hâkimler dışında devlet adamı denilecek şahısların azlığı dikkat çekicidir. Televizyon yorumcuları ve basında köşe yazarları ile devlet kurumlarını yönetme olanağı yoktur. Ülke sorunlarını düzene sokmak, ülkeyi yönetmek için öne çıkanların işidir. Kurumları yönetenlerin bu bilinci paylaşmaları gerekir.

11 Kasım 2007

Bilim ve Ütopya - Erdem Ergen: Yalancının Mumu

Geçtiğimiz ay uluslararası bilim kamuoyu ciddi bir intihal karmaşası ile çalkalandı. Karmaşa dememizin sebebi at izi ile it izinin birbirine karıştırılması- bilinçli ya da değil bunun yorumunu dosyamızın kapanışında okura bırakıyoruz- sonucu söz konusu olaya ismi karıştırılan bilim adamlarının "suçları" sabitlenmeden verilen hükümden kaynaklanıyordu.

İntihalin Savunması
İntihal dünyanın hiçbir yerinde aklı başında kişiler tarafından savunulamaz. İntihali ancak hırsızlar savunabilir. Ülkemizde çalıntı tezlerle doktor olmuş ve sonra da yüksek öğretiminin başına konmuş kişileri görmedik mi? Elbette gördük, ama o kişiler Türk akademik geleneğinin değil, 12 Eylül "demokrasisi"nin bir sonucu olarak tarihe kaydedildiler. Çünkü bu mevkilere darbelerle, akademik kıyımlarla geldiler. Bu tip sarsıntılı dönemlerin yarattığı bu kişilerin dışında olanlarla çıkar birlikteliğinde olmayan ve bilim adamı olmanın erdemini kavramış ezici bir çoğunluk dünya görüşü ne olursa olsun, Türk üniversite hayatını olanca güçlüklere rağmen ayakta tutuyorlar.

Haberin Kaynağı
Geçtiğimiz ay dört üniversitemizden ondört akademisyenin ismi yetmiş kadar çalıntı makaleye imza atmak suçlamasıyla, fizik alanında uluslararası atıf indexlerinden olan arXiv'in kurucusu Paul Ginsparg tarafından kamuoyuna açıklandı. Bilim ve Ütopya'nın matbaaya gönderilmiş olduğu döneme rastgelen bu süreçte yaşanan kimi önemli makale ve görüşleri dergimizin bu sayısında sizlerin önüne taşıyoruz. Bizden önce, ülkemizde konuya duyarsız kalmayan basınımızın en popüler markaları hep bir ağızdan neredeyse ciddi bir orkestranın enstrümanları gibi hareket ederek bu ondört akademisyeni kamuoyu önünde bilinçlerde "mahkum" edecek bir kampanya başlattılar. Aynı çizgiyi izleyen bu yayın organlarında ortak olan nokta ise suçlanan bilim adamlarımıza bir kendini savunma hakkı dahi tanınmamış olmasıydı. Radikal gazetesindeki koca haber içindeki iki satırı saymazsak.


Biz bir bilim dergisi olarak taraf olmayı bilimden ve gerçeklerden taraf olmak olarak algıladık. Bu bizim için sine qua non (olmazsa olmaz şey)dir. Çünkü gerçeklik düzlemi üzerine inşa edilmeyen her şey çökmeye yerle yeksan olmaya mahkumdur. Bu yüzden elimizden geldiğince bu ciddi olayı tüm yönleriyle size aktarmayı uygun gördük. Olay ciddidir çünkü eğer, suçlayanlar ve bunu büyük bir kampanya ile yayanların yazdıkları yalanlanırsa kamuoyu yanıtları çok ciddi olarak merak edecektir. Bu dosyamızla sadece bir meselenin teknik boyutuna dair değil, bilim ahlakına dair de siz sayın okurlarımıza ve kamuoyuna görevimizi yerine getirmeye çalıştık. Hiçbir gerçek gizli kalmamalı, hiçbir şey çarpıtılmamalı ve bilim dünyası intihalcilik de dahil olmak üzere her türlü irinden temizlenmelidir.


Çünkü bilim ve bilimadamları kimsenin ucuz hesaplarına kurban edilmeyecek kadar kıymetli ve bir toplumun geleceği bakımından hayatidir.




Türk fizikçiler intihalcilik suçlamasıyla yüzyüze

Türkiye'nin dört üniversitesinden sayıları bir düzineyi aşan teorik fizikçi, büyük bir intihalcilik skandalına karışmış görünüyor.
 
On beş yazar tarafından yazılan yaklaşık yetmiş makale, arXiv adlı, pek çok basılmayı bekleyen makalelerini gönderdiği, ünlü sunucunun yöneticileri (moderatörleri) tarafından silindi, iddiaya göre makaleler, daha önce başkaları tarafından yazılmış olan makalelerden ya tamamen çalınmış ya da kabul edilemeyecek büyüklükte örtüşmeler içeriyor. New York'taki Cornell University of Ithaca'da fizikçi olan arXiv'in kurucusu Paul Ginsparg'a göre bu vaka, bu sunucu (server)' da görülmüş bu türdeki en büyük olaydır. Ginsparg, bu işi yapanların çizmeyi çok çok aştıklarını belirtti.

Nature, baskıya girene kadar, skandala karışmış olan tüm araştırmacılara ve üniversitelere ulaşamadık. Fakat listeden çıkartılan en çok sayıda makaleye sahip olan, Ankara'da Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde yüksek lisans öğrencisi Mustafa Saltı suçlamaların "gülünç" olduğunu belirtti. Kırk kadar makalenin yazarlarından olan Saltı, "biz iyi bir işbirliği gerçekleştirdik; makalelerimizin pek çoğu fen bilimleri atıf indeksi dergilerinde yayımlandı. Şimdiye kadar kimse bizi kopyacılıkla suçlamadı" dedi.

Şüphe, geçen sene kasım ayında, Saltı ve diğer yüksek lisans öğrencisi Oktay Aydoğdu'nun girdikleri doktora sözlü sınavında ortaya çıktı. ODTÜ'den Doç. Dr. Özgür Sarıoğlu'na göre; ikisi de yerçekimi fiziği konusunda geniş bir yayın listesine sahiptiler ama en temel konularda lise düzeyindeki sorulara cevap verirken zorlandılar. Fiziğin temellerinden olan Newton mekaniğini bile bilmiyorlardı.

Şüpheli durum üzerine, Doç. Sarıoğlu’'nun çalışma arkadaşı olan Ayşe Karasu ikilinin yayın kayıtlarını araştırmaya başladı. Google tarayıcısını kullanarak, öğrencilerin, bazı büyükçe bölümler alıp kullandıkları izlenimi yaratan bir makaleye ulaştı. Fakülte üyeleri şubat ortası itibariyle arXiv'de bulunan düzinelerce makalenin, ya kısmen ya da tamamen çalıntı olduğunun teşhis edilmiş olduğunu söylediler.

Durumu Ginsparg'a ilettiler, o da kendi soruşturmasına başladı. Araştırmalar sonucunda tespit edilen altmışyedi makalenin yaklaşık yarısının düşük düzeyli dergilerde yayımlandığını ortaya çıkardı. Bu makaleler ODTÜ'lü bu iki öğrencinin yanında, Diyarbakır Dicle Üniversitesi, İçel Mersin Üniversitesi ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'ndeki hocalar ve öğrenciler tarafından yazılmıştı. Sarıoğlu intihallerin çoğunun, birisi Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi ve diğeri de Mersin ve Dicle Üniversitelerinde bulunan iki rakip gruptan kaynaklandığının görüldüğünü söyledi. Makalelerin çoğu, genel göreliliğin Moller versiyonu olarak bilinen muğlak bir yerçekimi kuramıyla ilgili. Ginsparg'a göre, bu çalışmaların denetlenme olasılığı az. Bu nedenle, öğrenciler ve profesörler yakalanma korkusu olmadan yayın listelerini şişirebildiler. Bu onlar açısından en akıllıca stratejiydi. Sarıoğlu, bu iki öğrencinin İngilizcelerinin kötü, kendilerinin yalnızlık çekenkişiler olduğunu söyledi. Yayına ihtiyaç duyuyorlardı, bu nedenle intihal yaptıklarını tahmin ediyorum dedi.

Yakın zamanda yapılan bir analiz arXiv sunucusunda pek çok intihal örneği olduğunu göstermişti, (bkz. Nature 444, 524-525; 2006) Ginsparg İngilizcesi yetersiz olan bilim adamlarının makalelerinin giriş veya arka plan paragraflarında intihal ve atıfsız alıntı yapmalarının ender rastlanan bir durum olmadığını söyledi, ama çoğu kez uygun bir dipnot da verirlerdi. Ginsparg bu davranışların ahlaken sorgulanabileceğin! ama çok da acımasız olmamak gerektiğini söyledi.

İtalya'nın Trieste bölgesinde bulunan, gelişmekte olan ülkelerin fizikçileri ile ortak bir program yürüten, Uluslararası Teorik Fizik Merkezi müdürü, Katepalli Sreenivasan da bu fikre katılıyor. Katepalli; bazı kültürlerde intihal ayıplanacak bir şey olarak bile görülmüyor diyor. Katepalli, merkezlerine akademik dürüstlükle bağdaşmayan sorunların sıkça geldiğini, kendilerinin de bu sorunlarla tek tek ilgilendiklerini söyledi.

Fakat her ikisi de Türkiye'deki olayın açıkça çizmeyi aştığını düşünüyor. Ginsparg:"bu onursuzluk ve baştan savmacılıktır diyerek, normalde bu tip durumları kamuoyuyla paylaşmadıkları halde, bu vakanın büyüklüğünden ötürü istisna oluşturduğunu söyledi."

Sarıoğlu'na göre Saltı ve Aydoğdu iki dönemliğine okuldan uzaklaştırıldılar, fakat ODTÜ'nün öğrenciler için ahlâk politikaları intihal ile ilgili yaptırımlar içermediğinden, atılmaları olanaksız. Buna rağmen, üniversitede çalışmalara devam etmeleri çok da mümkün görünmüyor. Bu arada Saltı, kendisinin ve bazı yazarların arXiv'i dava etmeyi düşündüklerini belirtti. Olaya adları karışan diğer üç üniversitenin herhangi bir işlem yapıp yapmadıkları belirsiz kaldı.


Nature, Geoff Brumfield, sayı 449, 6 Eylül 2007, s.8.
Çev: Erdem Ergen

Bilim ve Ütopya,
Sayı:161, Sayfa:27
Yıl:14, Kasım 2007

editor@bilimutopya.com.tr





7 Kasım 2007

Prof. Dr. Tahsin Yeşildere - YÖK'ün çeyrek asrı ve üniversiteler(EVRENSEL)

12 Eylül rejimi, YÖK düzeni ile üniversiteleri baskı altına alarak, temel işlevlerinden uzaklaştırmayı hedeflemiştir. Aradan geçen çeyrek asra karşılık, 12 Eylül rejiminin üniversiteler üzerindeki etkisi yaygınlaşarak sürmektedir. Bu bağlamda üniversite, akademik ve idari özerkliğini kaybetmiş, mali sorunlarını piyasa koşulları içerisinde çözme durumu ile karşı karşıya kalmıştır. Böylece üniversiteler siyasi iktidarların, devletin, sermayenin ve kimi zaman da dinin baskısı altında toplumsal amaçlara uygun bilim üretme ve nitelikli insan yetiştirme işlevini kaybetmiştir.
Üniversiteler, AKP Hükümeti'nin iktidarında 5. kez akademik faaliyetlerine başlamaktadır. Her fırsatta 12 Eylül'ü ve başta YÖK olmak üzere 12 Eylül kurumlarını eleştiren AKP'nin iktidarında geçen bu 5 yılda üniversiteler ve bilim üzerindeki baskılar, azalmak bir yana, çok daha etkili bir biçimde uygulanmaya devam etmiştir. Keza, hükümet ile YÖK arasında yaşanan gerilim, üniversitelerin ve bilimsel faaliyetin özgürleşmesi ve daha nitelikli bir hale gelmesi değil, üniversitelerdeki iktidarın paylaşım mücadelesi biçiminde gerçekleşmiştir.

Öğretim elemanlarının sorunları
AKP iktidarı süresince derinleşen sorunların başında akademisyen yetiştirilmesi gelmektedir. Hükümet YÖK ile çekişmesi nedeniyle özellikle araştırma görevlisi ve yardımcı doçent kadrolarını kısmış, akademik yaşamın ilk basamağı olan araştırma görevliliğini yürütenler, geçici kadrolarda iş güvenceleri olmadan çalışmak zorunda bırakılmıştır. Öte yandan, üniversitelere ayrılan ödeneğin ve öğretim elemanı ücretlerinin düşük düzeyde tutulması nedeniyle bir çok öğretim elemanı, yaşamlarını ve bilimsel faaliyetlerini sürdürebilmek için özel üniversitelere geçmek ya da piyasa için projeler gerçekleştirmek zorunda bırakılmıştır. Nitelikli öğretim elemanının üniversitede yaşamını sürdürmesi zorlaşmış ve özel sektöre kaçış hızlanmıştır. Üniversitelerdeki kadro eksikliği ve mali nedenlerle yaşanan yetişmiş bilim insanı potansiyelinin azalması karşısında hükümet, üniversite açılması için gerekli hiçbir standardı dikkate almadan, yeni üniversiteler açmıştır. Açılan bu üniversiteler çok az düzeyde gelişim göstermiş; yersiz, yurtsuz, akademik kadroları yetersiz bir biçimde üniversite eğitimlerini sürdürmeye devam etmek zorunda bırakılmışlardır. Hükümetin bu yaklaşımı, bu ve benzer yeni üniversiteleri, siyasi bir rant ve kadrolaşma alanı olarak gördüğünün açık bir kanıtıdır.

Asıl sorun türban değildir
AKP iktidarının sivil anayasa taslak tartışmalarında, 'laik devletin' kaybediliyor olduşu algusunu ifade eden bu sorun, Türkiye'deki rejim tartışmalarının açık biçimde üniversite üzerinden yapıldığını göstermektedir. Bunun nedenleri sorgulanmalıdır. Çünkü yıllardır ülkenin pek çok sorunu, üniversitenin kavramsal çatısı üzerinden konuşulmuş ve üniversitelerin kendi sorunlarını tartışmasına izin verilmemiş; üniversitenin sorunları da cumhuriyetin, darbenin, türbanın altına gizlenmiştir. Üniversitelerin sorunu türban veya kılık kıyafet değildir. Üniversiteler, din dahil her türlü toplumsal olayın ve her türlü siyasetin özgürce tartışılacağı ortamlar haline getirilmelidir. Eğitim öğrenim sosyal bir haktır ve eşit, ücretsiz, demokratik bir biçimde toplumun her kesimi için yaygınlaştırılmalıdır.
Gelinen aşamada her üniversite kendi içinde bir YÖK haline gelmiş, bu haliyle sorunlar çözülemediği gibi katlanarak artmıştır. Örnekleri şöyle sıralayabiliriz:
TÜBİTAK, hükümetin siyasi bir alanı haline getirilmiştir.
Hükümetçe, üniversitelerin araştırma bütçelerine ve döner sermayeden araştırma fonuna aktarılan paylara el konulmuş, bilimin önüne adeta set çekilmiştir.
Öğrenci harçları sürekli artırılmış öğrencilerimizin barınma, beslenme, burs ve sosyal yaşamında ilerleme olmamış, özgürlükler her alanda daha da engellenmiştir. Öğrencilerin örgütlenmelerinin önü açılmamıştır.
Devlet bütçesinden üniversitelere ayrılan pay, Diyanet işleri ve savunma harcamaları kadar olamamıştır. Devlet üniversitelerine de neoliberal politikaların etkisi ile girişimci olmaları ve kendi kaynaklarını yaratabilecek potansiyeller üretebilmeleri konusunda yaklaşımlar önerilmektedir.
Öğretim üyeleri yoksulluk sınırında; araştırma görevlileri, lisans ve doktora yapmış olanlar yoksulluk sınırı altında yaşamaya çalışırken, bilim üretmeğe gayret göstermiş, bütün bu olumsuzluklara rağmen uluslararası bilim arenasında ülkemizin standartlarını göreceli olarak yükseltmeğe çalışmışlardır.
Ne yazık ki son yıllarda, bilimsel araştırmalarda intihal (aşırma) olaylarına daha fazla rastlanması; geçen aylarda da uluslararası önemli bir yayın organında fizik bilimi alanında bazı öğretim elemanlarının ortaya çıkardıkları bilimsel yayınların intihal olduğu şüphesinin açığa çıkarılmış olması, ülkemiz bilimine ağır bir darbe olmuştur. Ne yazık ki İhsan Doğramacı ile başlayan, bazı rektör, hükümet adamı ve akademisyenlerin de içinde yer aldığı bu kirlenmeye sessiz kalan ve olayları örtbas etme gayreti içine giren o dönemlerin YÖK başkan ve üyelerinin ve bilirkişi sözde bilim adamlarının, bu yozlaşmada önemli payları olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu konuda başta YÖK'ü, Üniversitelerarası kurulu, rektörleri, dekanları ve tez ve akademik yükseltmede görev alan bilim adamlarını uyarıyor ve ciddi önlemler almaya çağırıyoruz.
Sivil demokratik bir anayasa hazırlanacak ise mutlak bilimin önderliğinde hazırlanmalıdır. Yükseköğretim ile ilgili anayasa maddeleri mutlaka üniversite bileşenlerine bırakılmalıdır. Yeni anayasa sivil, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü olmalıdır. YÖK anayasadan çıkarılmalıdır. Üniversitelere belirli bir ideolojik sınır çizilmemelidir. Üniversitenin anayasada nasıl yer alacağı üniversitelere bırakılmalıdır. Anayasa tartışma süreci en az iki yıla yayılmalı, toplumun her kesiminden gelecek yapıcı eleştiriler mutlaka değerlendirilmelidir. Anayasayı; bir vatandaşlar topluluğuna, onların yönetimine veya birbirleriyle olan ilişkilerine ilgili olabilecek her şey şeklinde yorumlarsak, toplumsal dayanışmaya, uzlaşmaya dayalı bir anayasanın, özgür tartışma ve toplumsal katılımdan geçtiğini rahatça söyleyebiliriz. Bu nedenle tartışmaların türban ve laiklik eksenine dayandırılarak yapılmasını yeni anayasa hazırlığı için bir engel olarak görmekteyiz. Üstelik laiklik ilkesinin de yeniden tanımlanmasının önemine değinmek isteriz. Türkiye, çok kültürlülüğü  ile bir çok ülkeden farklılığını ortaya koymaktadır. Bu anlamda anayasada, Türkiye vatandaşlığı kimliği çerçevesinde kimlikler özgürleşmelidir. Farklı kimlikler ülkemizin zenginliğidir. Anayasada farklı din, dil, ırk ve kültürler mutlak gözetilmeli ve bir bütün olarak demokratik, laik cumhuriyet ilkeleri çerçevesinde özgürce, barış içinde birlikte yaşamanın ilkeleri benimsenmelidir.
Üniversitelerde bilimsel özgürlük, idari ve mali özerklik, katılımcı demokratik yapısal bir dönüşüm kaçınılmaz olmuştur. Üniversite öğretim elemanları, TCK'nın 301. ve 216. maddelerinin kıskacından kurtulup özgürlüklerine kavuşturulmalıdır. Merkezi-baskıcı yönetim modelinden kurtarılamadığı sürece özgürce bilim üretilmesi ve her konuda düşüncelerin özgürce ifade edilebilmesi söz konusu olamayacağı gibi, dünya biliminde de istenen düzeye gelebilmesi mümkün olamayacak ve toplumsal sorunlara gerçekçi bir çözüm üretmede yetersiz kalabilecektir.
--------------------------------------------------------------------------------
Erozyon telafi edilmeli
Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği olarak yukarıda üniversitelerimizi ve bilim insanlarımızı olumsuz yönde etkileyen bazı örnekleri verirken, üniversitelerin kendi içinde, akademik insanlar arasındaki iktidara yakın olma-iktidar gücünü kullanmadaki ilişkilerin getirdiği akademik etiğe uymayan davranışların, yozlaşma ve etkisizleştirilmede önemli faktörler olduğunu belirttik. Üniversiteler, bulundukları bölgede yaşayan toplum ve toplumsal sorunlardan uzak durmuş, kent yaşamı ile bütünleşmede varlık gösterememiştir. Bir yandan da gerici bir siyasi yapılanma ve iktidar baskısı ile ileride tamiri mümkün olamayacak siyasi bir yozlaşma içindedirler. 12 Eylül ile başlayan ve takip eden süreçte sistematik biçimde uygulanan politikalarla, üniversitelerin asli nitelik ve işlevlerinde ortaya çıkan erozyonun telafi edilebilmesi için siyaset, din ve piyasanın kıskacında bulunan üniversitelerin bilimsel ve idari özerkliklerine yeniden sahip olmaları gereğinin önemini bir kere daha hatırlatıyor ve tüm üniversite bileşenlerini, bu yolda mücadele etmeye çağırıyoruz.

1 Kasım 2007

İntihal'ciler daha çok kimlerdir? Genel özellikleri nelerdir?

Araştırmalarda görülmüştür ki;

(1) İntihal'in daha çok alanı dışında yayın yapan, tez projesi veren öğretim üyeleri tarafından yapıldığı görülmektedir. Böylesi öğretim üyelerinin çok çeşitli alanlarda, birbirinden ilgisiz alanlarda abartılmış sayıda yayını olduğu görülmektedir.

(2) Daha çok bir ekolü oluşmamış veya ciddi bir öğretim elemanı kadrosu oluşmamış fakülte/bölümlerde görülmektedir.

(3) Usta çırak ilişkisi içerisinde yetişmemiş, ciddi bir ustası olmayan öğretim elemanlarında daha sık rastlanmaktadır.

(4) Ustası, intihalci ise, çırağı da intihalci olmaktadır!

(5) "İntihalci" öğretim üyelerinin alanı olsun olmasın hemen her konuda ders verebildiği görülmektedir!

(6) İntihal'ciler genel olarak Doğan Cüceloğlu'nun sınıflamasıan göe "popüler optimist" karaktere sahiptirler.

(7) Ciddi bir akademisyen 10-15 yayın ile kendisini kabul ettirmişken, intihalci'ler çok çok daha fazla yayın yapmalarına rağmen kendilerini meslektaşlarına kabul ettirememişlerdir!

(8) Daha çok, "kendin pişir kendi ye" türünden dergilerde yayın yapmaktadırlar.

(9) İntihal'ciler, şikayet olması durumunda, eseri intihale uğrayana hemen en adi komplo girişiminde bulunmaktadırlar.

(10) Ciddi bir bilim adamı, dünya görüşü ve inancı ne olursa olsun "aydınlık yüzlü", "pozitif enerji veren", "ilkeleri olan", "sevecen", "hoşgörülü" ve bir "beyefendi/hanımefendi" davranışı sergilerken, intihalci'ler daha çok "yavuz hırsız" davranışı sergilemektedirler.

(11) Örneğin, elektromagnetik alanında doktora yapan ve alanı olmadığı halde bilgisayar konusunda yayın yapan bir öğretim üyesinin, nerede ise bilgisayar konusunda Papatya Yayınevinin tüm yayınlarını intihal yaptığı tespit edilmiştir.

(12) Ayrıca, önsözüne, "bu alanda Türkçe kaynak eksikliği gidermek için bu kitabını yazdığını" belirten bir öğretim üyesi, ilgili alanda tüm Türkçe kitaplardan aşırma yaparak kitabını hazırlamıştır; hem de noktasına virgülüne kadar; hem de asıl kaynaktaki imla yanlışlarına kadar...

(13) İntihal'ci öğretim üyeleri, malesef, devletimizden maaş da almaktadırlar.

(14) Yakında "İntihalci Öğretim Üyeleri Derneği" kurarlarsa şaşırmayınız! Çünkü üst kademelere yükselmeye başlamışlardır...

25 Ekim 2007

Metin Münir - Sekiz soru cevapla intihal karnesi

Sorular: 
(1) Bu sözleri hangi ülkenin cumhurbaşkanı, hangi üniversitede söyledi?
"Üniversiteler öğrencilerin bilgi biriktirdiği yerler olmak yanında birer sosyal değerler yuvası da olmalıdırlar. Eğitim diploma almaktan ibaret değildir, öğrenciler üniversitelerden ayrılırken eğitimle beraber yanlarında evrensel değerleri de götürmelidirler. Üniversite doğruluk ve dürüstlük anlamına gelmelidir, rüşvet, hırsızlık ve yalan değil. Maalesef ülkemizdeki eğitim sistemi bu kara vebaların hastasıdır. Üniversitelerimizi niteleyen öğretmenler ve öğrenciler tarafından işlenen intihal suçları, para karşılığı satılan tezler, sınav geçmek için ödenen rüşvet gibi uygulamalardır. Öğrenciler kanıtlanmış intihal suçlarına karşı tutum almalıdırlar. Onların, yasal olmayan uygulamalara, hırsızlığa ve sahtekârlığa hayır diyecek cesareti göstermelerini ısrarla tavsiye ediyorum."
(2) Üç Türk üniversitesinde çalışan 12 öğretim üyesi ve doktora öğrencisi dünyanın önde gelen bilim dergisi Nature'da intihalci olarak teşhir edildi. Bu üniversitelerin adları nedir?
(3) Bu üniversitelerden biri soruşturma ve inceleme konusunda ayak sürçüyor. Hangisi?
(4) Hangi ülkenin eğitim bakanlığı eğitim dünyasındaki yozlaşma ve suiistimalleri önlemek için ulusal gözetim ve denetim kurumu kurmaya hazırlanıyor?
(5) Fizik departmanında iki doktora öğrencisinin intihal, yani bilim hırsızlığı yaptığını ortaya çıkaran profesörlere bazı meslektaşlarının vebalı muamelesi yaptığı üniversitenin adı nedir?
(6) Hangi ülke üniversitelerde intihal, yani bilim hırsızlığı ve akademik sahtekârlıkla mücadele etmek için bu yıl Bilim Ahlak Komitesi kurdu?
(7) Hangi Müslüman ülke, intihal yani bilim hırsızlığı suçunu işlemiş olan bir grup profesörü yeterince cezalandırmamış olan bir üniversiteye yapılan para yardımını kesmeye karar verdi? Üniversitenin adı nedir?
(8) Hangi ülkede, anekdotal bilgilere göre, öğrencilerin iki veya üçü kopya çekiyor?

 
Cevaplar:(1) Romanya Cumhurbaşkanı Traian Basescu. Konuşmanın yapıldığı yer ülkenin en eski yüksek öğrenim kurumu Universitatea Alexandru Ioan Cuza. Konuşma Bükreş Tıp Fakültesi'nde bir profesörün öğrencisinden rüşvet alırken polis tarafından yakalanmasından birkaç gün sonra yapıldı. (2) Dicle, Mersin, 18 Mart (3) Dicle Üniversitesi (4) Çin (5) Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara (6) Çin (7) Pakistan Yüksek Öğrenim Kurumu. Punjab Üniversitesi (8) Türkiye

21 Ekim 2007

Prof. Dr. Rıdvan Karluk-Üniversitelerimizde Bilimsel Etik Değerlere Saygı ve Bilimsel Hırsızlıklar (Sakarya Gazetesi)

Türkiye`de 14 Türk akademisyenin bilimsel hırsızlık (intihal) yaparak dünyanın en prestijli bilim dergisi Nature`da açıklanması üzerine Türkiye`nin gündemine "bilimsel hırsızlık" konusu yeniden girmiştir. Ar-Xiv isimli bilimsel web sitesi, Eylül ayında 14 Türk doktora öğrencisi, doçent ve profesörün imzasıyla yayınlamış olduğu yer çekimsel fizik alanındaki makalelerin, daha önce yayınlanmış makalelerden çalıntı olduğunu açıklamış ve Türk akademisyenlere ait 64 makaleyi, birçok kısmının çalıntı olmasından dolayı yayından kaldırmıştır. Merak eden ve bilim etiğine sahip akademisyenler http://arxiv.org/new/withdrawals.aug.07.html`e bakabilirler. Çalıntıların hangi makalelerden yapıldığı burada ortaya konmaktadır.

Milliyet Gazetesi`nde Metin Münir 16 Eylül`de bu konuyu "Üniversitelerin Sessizliği" başlığı altında ayrıntılı bir şekilde yazmıştır. 20 ve 21 Eylül tarihindeki yazılarından da konuyu işlemeye devam etmiştir. Ben, bilim hırsızların üzerine gitme cesaretini gösterdiği için Metin Münir`i kutluyorum. Çünkü Türkiye`de bu konuyu örtbas etmek isteyenler çoğunluktadır.

Üniversitelerimiz genelde bilimsel hırsızlıkları kapatmaya ve bilim hırsızlarını da aklamaya çalışırlar. Türkiye`de hiçbir üniversite, kendi bünyesinde bilimsel hırsızlık yapan bir öğretim üyesini açıklamak istemez. Çünkü bu durum, o üniversitenin bilimsel şöhretine gölge düşürür ve öğrenciler ve öğretim üyeleri nezdinde bilim hırsızlığının yapıldığı Fakülte ve Bölümler için bu durum iyi bir referans olmaz.
>>>

19 Ekim 2007

Prof. Dr. İ. Halûk GÖKÇORA - CUMHURİYET TÜRKİYESİNDE;“ENGELLİ” BİLİM VE YAYINCILIK !

SAĞLIK BİLİMLERİNDE SÜRELİ YAYINCILIK-2007
5. ULUSAL SEMPOZYUM
19 Ekim 2007

Dinsel baskıyı “laîk bir anlayışla” kırabilen Avrupa toplumu, 17. yüzyıldan bu yana bilim,sanat ve felsefede olabildiğince büyük atılımlar gerçekleştirebilmiştir. Böylelikle oluşan ve daha da gelişen günümüzün egemen güçleri, aynı devinimin kendileri gibi ilerlememiş topluluklarda (bu arada islâm toplumlarında ve Türkiye’de de) gerçekleşmemesi için çaba içindedirler.>>>

18 Ekim 2007

Prof. Dr. Toktamış Ateş - YÖK ve ihtilal (BUGÜN)

İstanbul Üniversitesi `nin eski rektörü Prof .Dr.Kemal Alemdaroğlu ; Ahmet Necdet Sezer `in imzasıyla görevden alındıktan sonra, kendisi hakkında yazı yazmayacağımı belirtmiştim. Oysaki, o zamana kadar çok yazmış ve kitaplar oluşturmuştum. Ancak bizim kitabımızda; "düşene vurmak", ya da "ölüye kurşun sıkmak", yoktur.

Fakat son zamanlarda YÖK`de, kimi meslektaşlarımızın "intilal" (bilimsel hırsızlık) nedeniyle, haklı olarak cezalandırıldığını okuyunca, bizim üniversitede yaşanan ve Alemdaroğlu `nun yaptığı ihtilalin, nasıl örtbas edildiğini anımsadım ve bu çirkin tutumu unutanlara da, anımsatmak istedim. Ayrıca YÖK`teki bu tutum değişikliğini de, özellikle vurgulamanın, geleceğe ışık tutacağını düşündüm.>>>

11 Ekim 2007

Prof. Dr. İzge Günal - Tek yöntem intihal değil (Yarınlar)

Geçtiğimiz aylarda fizikçiler arasında önemli sayıda ismin intihalle gündeme gelmesi, konuyu yeniden öne çıkardı. Akademinin arka yüzünde neler oluyor?
Aslında intihal akademik yolsuzluk türlerinden sadece birisidir. Madem güncel, önce intihalden başlayalım. İntihal, başkasının eserinin tümünü ya da bir parçasını kendisine aitmiş gibi göstermektir. Burada hiçbir emek sarf etmeden, düşünsel faaliyette bulunmadan başkasının üretimine el koyma söz konusudur. Yani açık bir biçimde hırsızlıktır; fikir, düşünce hırsızlığıdır. Diğer türler içerisinde; fabrikasyon veya masabaşı üretim diye adlandırılan uydurmacılık, falsifikasyon diye bilinen verilerin saptırılması, traşlama diye adlandırılan hipotezi desteklemeyen verilerin saklanması, salamlama olarak adlandırılan bir bütün oluşturan çalışmanın parçalara bölünerek yayınlanması, duplikasyon olarak bilinen aynı çalışmanın birden fazla yerde yayınlanması, kıyak yazarlık diye bilinen bir kişinin hiçbir emeği olmadığı veya emeği geçse bile yazar olmaya yetecek kadar emeği olmadığı bir çalışmaya isminin yazılması ve bunun tam tersi emeği geçen kişilerin çalışmada isminin yer almaması yer almaktadır. Sanırım burada önemli olan akademik yolsuzluk türleri arasında, topluma ve bilim dünyasına verdiği zararlar açısından bir ayrım yapmak gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında bu türler arasında uydurmacılık, verilerin saptırılması ve traşlama daha önemli hale gelmektedir. Bu üç türde de literatüre gerçeği yansıtmayan veriler sunulmaktadır. Bunlarda zarar tüm bilim dünyasını etkilemektedir. Örneğin; hiç yapılmamış bir deneyin sonuçları yapılmış gibi yayınlandığında (uydurmacılık) veya deney yapılıp sonuçlarla oynanıp yayınlandığında (saptırmaca veya traşlama) dünyanın herhangi bir yerinde başka birisi bu deney sonuçları üzerine bir başka çalışma planladığında sonuç hüsran olacaktır; çünkü zaten temel alınan çalışma yoktur ve/veya gerçeği yansıtmamaktadır. Diğer akademik yolsuzluk türleri aşırma (intihal), salamlama, duplikasyon, kıyak yazarlık veya hayalet yazarlık da elbette çok ciddi suçlardır. Ancak burada yayın içindeki bilgiler doğru olduğu sürece bilim dünyasına verilmiş büyük bir zarar yoktur. Örneğin; aşırmada aşırılan kişinin hakkı gasp edilip, aşıran kişi haksız bir yarar sağlamıştır. Ancak, üçüncü şahısların bundan bir zararı olmaz. Benzer durum, salamlama, duplikasyon ve kıyak yazarlık için de geçerlidir; burada sadece haksız bir biçimde kişilerin yayın sayısı artırılmaktadır.
Akademik işleyişin kendisi yolsuzluğu teşvik ediyor olabilir mi? Yani neden oluyor tüm bunlar?
Akademik yolsuzlukların neden yapıldığı konusu da içinde bulunulan topluma göre değişir. Örneğin; ABD gibi, çalışmaların büyük şirketlerden alınan fonlarla yürütüldüğü ülkelerde akademik yolsuzluk ciddi bir gelir kaynağı olabilir; bu durum, akademik yolsuzluğu teşvik eden faktörler arasında sayılmaktadır. Akademik yükselme hırsı, nedenler arasında öne sürülen diğer bir faktördür. Ancak, Türkiye’de akademik yükseltmelerde ölçüt kullanılması son beş, altı yılın gerçeğidir. Kaldı ki, konulan resmi ölçütler de gerçek anlamda çok basittir. Bu nedenle bunun da Türkiye’de akademik yolsuzluğun nedenlerinden biri olabileceği ama esas nedeni olamayacağı düşüncesindeyim. Sanırım esas neden, tabi Türkiye için, ciddi bir bilgi üretme geleneğinin olmayışıdır. Tüm dünyada toplumsal yapının gelişimiyle ve dayatmasıyla ortaya çıkan üniversite ve bilgi üretimi Türkiye’de üst yapı belirlemesiyle oluşmuştur. Toplum içinde bilgi ne kadar değerli ise, toplum ne denli hurafelerden uzak ise, yaşam ne kadar bilgi temelli ise akademi de o oranda bilgi üretir. Aksi durumda bilim karşıtlığı egemen olur. Bilim karşıtlığı derken kastettiğim astroloji vs. gibi sahte bilimler artı var olan bilimsel üretim sürecinin sahtekarlıkla sabote edilmesidir. Özetle bilgi üretiminin toplumsal karşılığının ve geleneğinin olmamasının temel sorun olduğu kanısındayım.
Akademik yolsuzluğun yasalarda ve YÖK yönetmeliğindeki yaptırımları nelerdir?
TC yasalarında akademik yolsuzluk bir suç olarak tanımlanmıyor. Bu nedenle de etik kurullardan ceza alan kişilerin cezaları mahkemelerce iptal ediliyor. Çünkü, bunların bir tanesi hariç diğerlerinin yasalarda karşılığı yok. Sadece aşırma (intihal) fikri mülkiyet hakları içerisine giriyor. Ancak, bunun da yargıya götürülebilmesi için, bizzat kendisinden aşırılan kişinin dava açması gerekiyor. Aşırma ne derece büyük olursa olsun, üçüncü şahısların konuyu yargıya taşıma hakları yok. Çünkü böyle bir durumda yargı açık bir biçimde “tamam burada aşırma olabilir ancak bundan sana ne” diyor. YÖK disiplin yönetmeliğinde de yine sadece aşırma bir suç olarak tanımlanıyor ve cezası ağır; ‘aşıran kişinin öğretim üyeliği ile ilgisi kesilir’ diyor. Bu maddenin nasıl işletildiğine geçmeden önce şu noktaya bir kez daha dikkat çekmek istiyorum. Daha ciddi bir akademik yolsuzluk türü olan uydurmacılık, saptırmacılık ve traşlama ile biraz önce söz ettiğim diğer yolsuzluk türleri hiçbir şekilde, hiçbir yönetmelikte suç olarak tanımlanmıyor. Gelelim YÖK disiplin yönetmeliğindeki maddenin nasıl işletildiğine; herhangi bir aşırma olayı saptadığınızda, konunun geleceği bütünüyle ilgili üniversitenin rektörünün elindedir. Siz konuyu YÖK’e bildirseniz bile, hatta ilgili rektörlüğün bu konuda hiçbir işlem yapmadığını, hatta rektörlüğün de bu sürecin bir parçası haline geldiğini YÖK’e bildirseniz bile YÖK hiçbir soruşturma yapmadan dosyayı yine ilgili rektörlüğe yollayıp onun yanıtını da size iletmektedir. Bu durumda eğer akademik yolsuzluk yapan kişi rektörlüğe yakınsa hiçbir şekilde hakkında hiçbir cezai işlem yapılmamaktadır.

Bilimde köşe dönmece: İntihal (Yarınlar)

Bilge Can Yıldız

Büyük kısmı, 14 tane fizikçinin ikili ya da üçlü kombinasyonlarının imzası ile yayınlanmış yetmişe yakın makale, intihal gerekçesi ile uluslararası bilimsel makale arşivi arxiv.org’dan geri çekildi. İşin akıllara durgunluk verecek olan yanı ise, bu makalelerin kendi aralarında dönüp dönüp birbirlerine atıfta bulunuyor olmaları.
Artık intihal sözcüğünün anlamını bilmeyen kalmamış olsa gerek. Aşırma da diyorlar ama sözcüğün bu karşılığı kavramın azametini göz ardı ediyor sanki, çocukken bakkaldan sakız yürütme işini çağrıştırıyor. Bu yüzden, geçtiğimiz haftalarda ‘Türk fizikçilerinin alnına sürülen kara leke’ tadında haberlerde duyduğumuz meseleyi, ‘aşırma’ diye adlandırmak alnımıza kara lekeyi sürenlere haksızlık etmek olur. Büyük kısmı, 14 tane fizikçinin ikili ya da üçlü kombinasyonlarının imzası ile yayınlanmış yetmişe yakın makale, intihal gerekçesi ile uluslararası bilimsel makale arşivi arxiv.org’dan geri çekildi. İşin akıllara durgunluk verecek olan yanı ise, bu makalelerin kendi aralarında dönüp dönüp birbirlerine atıfta bulunuyor olmaları. Biraz daha ayrıntılandıralım: yayınların neredeyse hepsinin üst başlığı olan genel görelilik ve kuantum kozmolojisi konuları ile ilgili bir kısım doküman, çeşitli şekillerde bir araya getirilerek çok sayıda makale türetilmiş. Örneğin yayından kaldırılan makaleler arasında en çok sözü edilen intihalci, ODTÜ doktora öğrencisi Mustafa Saltı’nın imzasının bulunduğu tam kırk tane makale var. Saltı’nın en yakın takipçisi yirmi dokuz makale ile yine ODTÜ’den Oktay Aydoğdu. ODTÜ’den bir öğretim görevlisi bu sayıların ne anlama geldiğini şöyle anlatıyor: “Üç makale ile bir insan YÖK’ten doçentliğini alabiliyor. ODTÜ Fizik Bölümü’nde bugün doçent iken profesör olmak isterseniz 16 makale size yetiyor. Durum bu iken, iki doktora öğrencisi 22 ayda 46 makale yazıyor.”

Aslında bu intihal hikayesi geçtiğimiz yıl Kasım ayında başlıyor. Gerek yayın çıkarmada seri üretime geçmelerinden, gerekse sözlü sınavlardaki başarısızlıklarından şüphelenen 4 öğretim görevlisi Saltı’nın ve Aydoğdu’nun yayınlarını incelemeye başlıyorlar. Google taraması ile yaptıkları araştırmada, yayınların tümünde başka makalelerle ve kendi içlerinde örtüşen kısımlar olduğunu hatta bazılarının paragraf paragraf örtüştüğünü görüyorlar. Manzara oldukça komik aslında. İş son derece özensiz, üstünkörü icra edilmiş. Kullandıkları yöntem ‘kopyala-yapıştır’. Olur da herhangi bir taramada ortaya çıkar diye düşünmüş olsalar gerek; paragraf içinde, sözcüklerden biri ya da birkaçı yanlış yazılıyor. Böylece bir cümle tırnak içinde arandığında sonuçlarda bulunamıyor. Ama pervasızlıklarından olsa gerek, içinde yanlış yazılmış sözcük olan bir cümle aratıldığında, aynı cümle yanlış hali ile bir başka makalede çıkıyor. Kullanılan İngilizce son derece kötü, bölümler arası geçişler birbirinden kopuk, vs. Bilkent Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Mehmet Özgür Oktel, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde intihalle suçlanan öğretim üyelerinden aldığı savunma mesajına cevap olarak yazdığı e-postada bu özensizliği şöyle anlatıyor: “Ben elektronik bant yapısı ile ilgili bir makalemde bir anda ‘o da bant bu da bant’ diye yara bantlarının özelliklerinden bahsetsem, üstelik bunu da bir hastanenin web sayfasından aynen indirmiş olsam, ne düşünürdünüz? Aynı konuda yazılan introductionların (giriş) benzediğini mi, yoksa intihal yaparken kantarın topuzunu iyice kaçırdığımı mı?” Sonuçta, 15 Mart 2007 tarihinde Etik Kurul, yayınlarda intihal olduğu kararına varıyor ve her iki doktora öğrencisi de ikişer dönem uzaklaştırma cezası alıyorlar. Durum, ikilinin makalelerinden bir tanesinin yayınlanmış olduğu yüksek enerji fiziğinin en saygın dergilerinden biri olan Journal of High Energy Physics’e ve onlarcasının yayınlanmış olduğu arxiv.org’a bildiriliyor. Arxiv.org’un kurucusu Prof. Dr. Paul Ginsparg yapılan uyarı üzerine, kendilerinin de zaten şüpheleniyor olduğunu ve yayınları inceleyeceklerini bildiriyor. Sonuçta intihal kararı veren site, makaleleri yayından kaldırıyor ve olayı tüm dünyaya duyuruyor. Journal of High Energy Physics de bahsi geçen makaleyi kaldırıyor ve internet sitesinde ‘İntihal yüzünden geri çekilmiştir. Yayınladığımız için pişmanız!’ şeklinde açıklama yapıyor. Ardından olay kelimenin tam anlamıyla bilim dünyasının gündemine oturuyor.

Ortaya çıkan bu akademik yolsuzluk karşısında Nature dergisi 6 Eylül’de çıkan sayısında “intihali acınası durumda bir şey olarak bile görmeyen kültürler var” diyor. İntihal yaptıkları ortaya çıkan akademisyenlerin buldukları ilk fırsatta kendilerini “bunda bir şey yok, herkes aynı şeyi yapıyor” diye savunmaları aslında Nature’ın yorumunu doğrular nitelikte. İhsan Doğramacı davasında Yargıtay “Bilimsel olmayan eserlerde göndermesiz alıntılar olabilir.” kararını vermişti. Hal böyleyken herkesin yapması da şaşılacak hatta ‘acınası bir şey’ gibi görülmeyecektir. Ama bu sefer durum sanki biraz farklı. Mesele tüm dünya kamuoyu gözünde ifşa olunca bizimkiler (medya, bir kısım yüksek rütbeli rektörler, vs.) namus belasına da olsa kınama mesajlarını duyurdular cümle aleme.
Dileyelim ki ibret olsun!
Kaynak:http://www.milliyet.com.tr/2007/09/21/yazar/munir.html

3 Ekim 2007

Prof. Dr. Kayhan Kantarlı - NATURE DERGİSİNDEKİ, TÜRK FİZİKÇİLERİNE YÖNELİK İNTİHAL İDDİASI...

EÜ ÖĞRETİM ÜYESİ PROF. DR. KANTARLI:
-''YÖK'ÜN BİR AN ÖNCE GEREĞİNİ YAPIP, GERÇEĞİ ORTAYA ÇIKARMASINI
GEREKTİREN BİR ETİK SUÇ VE SORUMSUZLUK VARDIR''

İZMİR (A.A) - 03.10.2007 - Ege Üniversitesi (EÜ) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kayhan Kantarlı, dünyaca ünlü Nature Dergisi'nde yer alan, 17 fizikçiye ilişkin intihal iddialarının sorgulanmadığını öne sürdü.

Kantarlı, yaptığı yazılı açıklamada, olayın birkaç gün tartışılıp haberlerde yer aldıktan sonra gündemden düştüğünü belirterek, YÖK'ün de konunun gündemden düşmesinden ''cesaret alarak'' suskun kalmaya devam ettiği iddiasında bulundu. Bu durumun intihal olaylarının üzerini örterek sorumluluklarının ortaya çıkmasını istemeyenlerin işine yaradığını savunan Kantarlı, şunları kaydetti:

''Başta ODTÜ Rektörü olmak üzere, intihalin kanıtlandığını söyleyenlere karşılık, kendilerine komplo kurulduğunu internet ortamında kanıtlamaya çalışan öğretim üyeleri ve doktora öğrencilerinin YÖK tarafından dikkate alınıp, işin doğrusunu tarafsız bir şekilde ortaya koyacak hiçbir işlem ve açıklama yapılmaması son derece endişe vericidir. Eğer ODTÜ fizik bölümünün komplo kurduğu savları doğru ise bu durumun hem ceza yasaları hem de etik değerler açısından, doktora öğrencilerinin yaptığı söylenen intihalden çok daha ağır bir suç oluşturduğunu görmezden gelmek,YÖK açısından kabul edilemeyecek bir tutumdur.İster gerçek, isterse bir komplo ve iftira olsun, her iki halde de ortada YÖK'ün bir an önce gereğini yapıp gerçeği ortaya çıkarmasını gerektiren bir etik suç ve sorumsuzluk vardır.''

1 Ekim 2007

Doç. Dr. Selçuk Can GÜNCEL KONU: İNTİHAL

Dünyanın en önemli ikinci bilim dergisi “Nature” da Türk fizikçilerin intihal yaptığının ve bahsi geçen Türkiye kaynaklı makalelerin ilmi internet ortamından silinmesi Türk bilim dünyasında büyük üzüntü yaratmıştır. Konunun uluslararası ortama gelmesi sadece Türk fizikçilerini değil, tüm Türk bilim insanlarını ilgilendiriyor. Çünkü “Nature” adlı saygın bilim dergisi sadece fizikçilere değil biyolog, kimyager, mühendis, tıp doktoru, deprem uzmanı gibi tüm dünyadaki bilim insanları tarafından takip ediliyor. Bu durumda tüm dünyadaki bilim adamlarının Türk Bilim adamlarına bakışı kuşkulu ve olumsuz olacaktır. Çünkü makalede birkaç Türk’ün bilimsel olarak intihal yaptığı değil, Türkiye’de fizikçilerin sistematik ve düzenli bir şekilde bilimsel hırsızlık yaptığı iddia edilmiştir.>>>

Prof. Dr. Levent Doğancı - Plagiarism (Bilimsel Aşırma) Ülkemizde Çok Ciddiye Alınması Gerekir Bir Problem (MEDİMAGAZİN)

Nature dergisinin 6 Eylül 2007 sayısında Türkiye ile ilgili çok önemli bir makale yayınlandı: “Türk Fizikçileri Bilimsel Aşırma Suçlamasıyla Karşı karşıya”. Doğa bilimlerinin bilimsel etki faktörü en yüksek dergisinde (ISI 2006 impakt faktörü 26.681) böylesi çirkin bir konuyla anılmamıştı ülkemiz ve ülkemizin bilim insanları.


Suçlama ODTÜ gibi eski ve köklü bir kurumla birlikte daha yeni sayılabilecek Mersin, Dicle ve Çanakkale Üniversitelerinin değişik fakültelerinde görev yapmakta olan doktora öğrencileriyle değişik seviyedeki akademisyenlere yöneltilmiş önemli bir iddia. Ancak hemen şunu belirtmekte yarar var; ODTÜ kurumsallaşmış kimliği ile konuya eğilip, bu bilimsel etik ihlal karşısında belli ölçütlerle suçluları cezalandırmış. Diğer üniversitelerde ise henüz bize yansıyan bir ses yok.

Branşımız açısından da benzer durumlarla karşılaşıyoruz sıklıkla. Bunu en azından kendi deneyimlerimden birçok örnekler vererek aktarabilirim. Daha geçen yıl “Journal of Hospital Infection” isimli yabancı bir dergi ülkemizin önemli bir üniversitesinden ve o üniversitenin en üst yöneticisinin de adını taşıyan yayınlanmış aşırma bir makaleyi kırmızı mühürlerle geri çektiğini duyurdu okurlarına internet ortamında. Ancak gerek akademik kurumlarda yöneticilik yapan meslektaşlarımız gerek ise YÖK Denetleme Başkanlığı kendilerine cesaretle iletilebilen bu tür etik ihlaller karşısında yeterince önlem almak ve idari tasarruflarını kullanmak konusunda çok istekli değiller. Özellikle de eğer etik ihlalde bulunan kişi kendi çevrelerinden ise (ki bu aynı klinik, aynı politik görüş vs. olabilir) değil konuya sessiz kalmak, konuyu kendilerine ileten akademisyenleri örselemekten de kaçınmamaktadırlar.

Örneğin daha önce çalıştığım bir kurumda birbirinin neredeyse aynısı olan iki uzmanlık tezini eleştirmem, tez yöneticisinin aynı zamanda kurumun üst düzey idarecisi olması nedeniyle çok büyük bir olay haline getirilip, sonunda önüme kabahatimmiş gibi konulmuştu. Tezler tozlu raflarda duruyor, isteyene detayı ile verebilirim, bakabilir.

Nature dergisinde bulunan yazı maalesef bu olguya da işaret etmekte ve akademik vicdanımızı – kültürümüzü (bir diğer deyişle namusumuzu) en hafif deyimiyle sorgulamakta hatta -alınmaca yok- karalamaktadır. Cümle aynen şöyle: “There are some cultures in which plagiarism is not even regarded as deplorable”. Tercümesi şöyle; bazı kültürler var ki buralarda aşırma acınması gereken bir durum bile değil… Tabii bahsedilen kültür bizim kültürümüz! Makale daha da sertleşiyor üslubunda: “It’s dishonest and sloppy!”. Yani, bu şerefsizce ve sulu bir durum.

Makalenin yayımından sonra internet ortamında suçlanan akademisyenlerin kendilerini savunmak için yazdıkları ve elektronik ortamda yayılan ifadelerini de inceledim. Böyle bir derginin karşı tarafın kabul edilebilir bir savunması olmasına rağmen bu şekilde bir yayın yaparak ileride doğabilecek ciddi hukuki yaptırımları göze alamayacağını düşünüyorum. Branşım olmadığı için savunmalarda yazılan hususları da incelemek benim açımdan mümkün değil. Ancak konuya TÜBA’nın da 11 Eylül basın bülteni ile (Bilim Etiği Çağrısı) müdahil olduğunu görüyoruz. Tepkisini haklı ve sert ifadelerle aktarıyor TÜBA “Yayınlanan haber, ülkemizde bilim ve bilim ahlakının durumu konusunda, gerek bireysel gerekse kurumsal düzeydeki eksiklerimizi sorgulama ve ilgili düzenlemeleri ivedilikle yapma zorunluluğumuzu gözler önüne seren sert bir uyarıdır” diyor.

Aşırma en önemli akademik suçlardan ve en az diğer akademik suçlar kadar (duplikasyon, masa başı veya lap-top yayıncılık) tehlikeli ve adi. Akademik hırsların sadece bilimsel bir yarış olması gerekiyor.

Aldırmazlık, bu işi fütursuzca yapan birçok sözde akademik insanı hak etmediği makamlara getirebiliyor. Bu işin tam zıt bir yönü var bir de: Bilimsel linç girişimleri için de bulunmaz bir Hint kumaşı bu arena. İdari ve akademik rakibin bertaraf edilmesinde başarıyla kullanılıyor ki, bu da büyük bir ahlaksızlık ve bilimsel bir suç aslında. Bunu yapanların da yanına kâr olarak kalmamalı bu suç. Her iki yön de titizlikle irdelenerek her iki çok olumsuz ucun önlenmesi açısından yasal ve idari önlemler cesaretle uygulanmalıdır.

Rektörüm; intihali boş ver, siyasete devam! (AKSİYON)

30 Eylül 2007

Uyutulmaya Çalışılan Gençlik...(Yürüyüş)

BİLİM HIRSIZLIĞI, İNTİHAL, ANTİ-DEMOKRATİK UYGULAMALAR KISKACINDAKİ ÜNİVERSİTELER; VE SAHTE LAİK ANTİ-LAİK TARTIŞMALARI İLE UYUTULMAYA ÇALIŞILAN GENÇLİK...

AKP iktidarının yeni iktidar dönemi icraatlarının başına "sivil bir anayasa" yapmayı koyarak bunu kamuoyunda tartışmaya açmasından bu yana üniversitelerle-AKP iktidarı arasında suni bir tartışma başladı. Özellikle üniversitelerde inanç özgürlüğü kapsamında darlaştırılan ve darlaştırıldığı kadar da kısırlaştırılan bir tartışma YÖK, AKP iktidarı, Cumhurbaşkanı arasında sürüp gidiyor. Temelini üniversitelerde kimin söz sahibi olacağının belirlenmesi – siz onu ranttan büyük payı kimin alacağının belirlenmesi olarak okuyun - olan bu çıkar çatışması özellikle türban konusunda tıkanmış durumda.>>>

28 Eylül 2007

Metin Münir -

R. Serpkenci, Ph.D.
Toronto - Kanada
BAKİ AKKUŞ'UN TALİHSİZ DEMECİ

Türk Fizik Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Baki Akkuş'un sutununuzda gecen, "[15 fizikçinin] intihal yaptıkları iddiaları � doğru ise intihali gerçekleştirenleri şiddetle kınıyor(uz)" sozleri kanimca son derece talihsiz ve yadirganabilecek bir ifade.Bu konuyla ilgili cesitli kanal ve kaynaklarda biriken ve internet araciligiyla son derece kolay ulasilabilen dokumanlar topluca veya orneklenerek incelendiginde, burada tartismaya hic bir sekilde acik olamayacak intihal(ler) yapildigi kesin. Bu incelemeyi yapmak icinde gerekli olan iyi bir Ingilizce bilgisi, 3-5 saat, ve gercek anlamda "akademik" bir dusunce yapisi.Sayin Akkuş'un ve/veya Türk Fizik Derneği'nin konuya yakinliklari ve konumlari itibariyle boyle bir incelemeyi yapmis ve bu konuyla ilgili hic bir tereddute yer birakmayacak bir aciklama ile kamu oyuna ulasmis olmalari kanimca daha uygun olurdu.Bu konuyla ilgili "karar merci" olarak devamli YOK'un gosterilmesi, durumu disaridan izleyen akademisyenler icin garip bir durumu daha da garip bir hale getirmektedir. Bu konuyla ilgili veya ilgilenen binlerce akademisyen konuyu kendileri ve kolayca inceleyerek kararlarini zaten vermislerdir.YOK'un ileri tarihlerde konuyla ilgili verebilecegi "burada intihal vardir" karari, "geciken adalet adalet degildir" kavramindan hareketle zaten fazlaca bir deger tasimayacaktir. (Ancak YOK'un inceleme ve karar verme ivmesi, Turk akademik dunyasinin calisma tarzini orneklemesi acisindan son derece talihsiz bir baska goruntu olusturmaktadir). Bundan daha kara bir goruntu olasi ise, oda YOK'un ileri tarihlerde konuyla ilgili verebilecegi "burada intihal yoktur" kararidir!Sonuc olarak, kanimca bu konu, gercek anlamda akademik bir kultur yapisi icinde yetismis ve gerekli incelemeyi yapma olanagi bulmus (Turkiye icinde ve disindaki) tum dusunurler icin kapanmistir. Bu acidan, YOK ve/veya konuyla ilgili diger akademik birimlerin bu konuyla ilgili verecekleri herhangi bir kararin--en azindan Turkiye disindaki akademik dunya acisindan, ve bu gec saatten sonra, hic bir degeri olmayacagi kanisindayim.

Seval Çetin
SEN DE Mİ BRUTUS?
Siz de mi işin peşini bırakıyorsunuz? Tam da basından da bu konuda duyarlı bir yazar çıktı nihayet derken... Ama haklısınız da bu çürümüş sistemde istediğiniz kadar yazın çizin hani YÖK ten bir tepki? Neyi düzeltebiliriz ki, sisteme uymayı denemek belki daha akıllıca vicdanı bir kenara bırakıp. Çal- yayın yap ve prof ol. Sistem dürüstü sadece cezalandırıyor.


Prof. Dr. Engin MERİÇ
İstanbul Üniversitesi Emekli Öğretim Üyelerinden
GÖRECEKSİNİZ BU OLAY DA SÜMEN ALTI EDİLECEK
Milliyet Gazetesi'ndeki yazılarınızı T. C. Üniversitelerine Emekli Sandığı kayıtlarına göre tam 44 yıl hizmet vermiş ve usulsüzlüklerle yıllarca savaşmış, "İstanbul Üniversitesi'ndeki bir Profesörlük Kadarosu'na YÖK'e karşı Danıştay Kararı ile atanamış bir öğretim üyesi olarak" büyük bir zevk ile okudum. Bahsettiğiniz konular hiçte yeni değil. Bildiklerimi sayfalara dökerek size iletmem ise hiç mümkün değil. Çünkü bunları yazmak günlere mal olur.
16 Eylül'de yazmış olduğunuz birinci yazınızda ODTÜ, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, Dicle Üniversitesi ve Mersin Üniversitesi gibi 4 üniversitede görevli, Dekan, Profesör, Doçent, Yardımcı Doçent, Öğretim Görevlisi ve Doktora Öğrencisi olan 14 kişinin bilimsel hırsızlıkla suçlandığına değiniyorsunuz. Keza YÖK ile bu kişilerin bağlı oldukları üniversitelerin harekete geçmeleri gerektiğini belirtiyorsunuz. Bunu takiben yazdığınız ikinci yazınızda ise YÖK Disiplin Kurulu'nun bu konuları incelemek üzere toplanacağına değiniyorsunuz. Tahmin ederimki toplantı yapıldı ve üzerinden yaklaşık 10 gün geçti. Ben şahsen bu konuyla ilgili olarak bu kişilere bir ceza önerildiği veya verildiğine dair herhangi bir haber duymadım.Geçmiş yıllarda bu ve benzeri olaylar oldukça fazla sayıda gerçekleşti. Çalışmalarının kopyalandığı konusunda bazı araştırıcıların mahkemeye başvurduğunu yine gazetelerden öğrendik. Keza Anadolu'daki bazı üniversitelerde benzer konulardaki başvurular hep neticesiz kaldı. Özellikle bazı kişilerin, bu gibi olaylar zaman aşımına uğradı diyip keyifle ortalarda dolaşması çevrelerinde epeyce konu oldu. Ne yazıkki bu gibiler halen Doçentlik ve Profesörlük Jürilerine girebiliyor, Doktora ve Yüksek Lisans Tezi yürütebiliyor ve bu konulardaki jürilerde görev alabiliyorlar. Durumu siz düşünün artık.Dediğim gibi 44 yıllık üniversite yaşamımda ve emekli olduktan sonra geçen sürede bu gibi nedenlerden ötürü herhangi bir öğretim üyesinin şu veya bu şekilde ceza aldığını, hele üniversite ile ilişkisinin kesildiğini hiç duymadım. 19 Eylül tarihli yazınızda değindiğiniz gibi "Bir ülkede intihal kitabı olanlar eğer TÜBİTAK'a bilim ödülü adayı olarak öneriliyor, TÜBİTAK uluslararası yayın sayısı yüksek diye ders kitaplarında intihal yapanlara bilim ödülü verebiliyor, intihalciler Dekan atanabiliyor, Başbakan Müsteşarı ve sonra da Milletvekili olabiliyorlarsa Nature'deki intihal haberinde bir dekan adının da bulunması sürpiriz değildir" diyorsunuz.Bakın göreceksiniz bu olayda geçmişte olduğu gibi yine sümen altı edilecek, durumu örnek olarak gören genç nesil yine önümüzdeki yıllarda bu gibi olayları tekrarlamaktan hiç çekinmiyecektir. Günümüze kadar ve günümüzde bu gibi olaylar herhangi bir şekilde cezalandırılmadığından, gelecek nesillerde de birçok kişi benzeri durumları korkusuzca tekrarlayacaktır.

mmunir@milliyet.com.tr

Prof. Dr. Metin Balcı - Etik dışı davranışlar ve doçentlik sınavı (CBT)


Doçentlik müracaatı yayın sayısına endekslendiğinden dolayı, adaylarının önemli bir kısmı etki değeri çok düşük dergileri tercih etmekte. Bu dergilerde yayımlanan makalelerin kalitesi tartışılır. Çoğunda ciddi bir hakem araştırması yok. Son yıllarda doçentliğe müracaat eden adayların, etki değeri oldukça düşük olan Asian Journal of Chemistry dergisinde yayın yaptıkları dikkati çekiyor. Bu Hint dergisinde yayın yapmak için, yazarların tümü bu dergiye abone olmak zorunda. Ayrıca yayınlanan her sayfa için de 25 dolar ödemek gerekiyor. 2006 yılında bu dergide yayımlanan makalelerin %20'si Türkiye'dendi, bu sayı her yıl ikiye katlanmakta. Hangi ciddi dergi yayın için yazarların dergiye aboneliği koşulunu öne sürer? Prof. Dr. Metin Balcı,
TÜBA Asli Üyesi, ODTÜ Kimya Bölümü öğretim Üyesi, mbalci@metu.edu.tr
Uluslararası dergilerde yayın yapma kültürü üniversitelerimizde seksenli yılların ortalarında başladı ve yayın sayısı her geçen yıl belli bir oranda arttı. Bu artışlarla Türkiye, yayın sıralamasında dünyada 45. sıralardan 19. sıraya yülseldi. Üniversitelerimizin ürettiği bilimsel makale artışını yıllarca büyük bir heyecanla takip ettik. Türkiye'nin dünyadaki konumunu, üniversitelerimizin bulunduğu yeri, bölümleri vs. hep rakamlarla kıyaslamaya çalıştık. Yükseltilmeler, atamalar, üniversitelerimizde belli kıstaslara göre elde edilen rakamlara endekslendi.
İlk zamanlarda, bu yayın sayılarının artışının beraberinde getirdiği sorunlar çok dikkat çekmedi. Üniversitelerimiz bütün kapasitelerini maksimum seviyede kullandı ve son 3 yıldır Türkiye adresli yayın sayılarında artık bir artışın gözlenmediği hatta makale sayısında bir gerilemenin olduğu dikkat çekmektedir (Tablo 1).
Son yıllarda, makale sayılarındaki artışı bir tarafa bırakarak kalitenin artırılması tartışılmaya başlandı. Bu da sağlıklı gelişmenin bir sonucuydu. Ancak, bu makalelerin yayınlanması esnasında başvurulan etik dışı davranışların artması da gözardı edilemezdi. Etik dışı davranışlar, önlenmediği takdirde, Türk Bilim camiasına uzun vadede büyük zararlar verecek ve Türk Bilim insanlarının uluslararası dergilerde makale yayımlamasını daha da zorlaştıracaktır.

6 Eylül 2007 tarihinde yayımlanan Nature (Dünyanın en saygın dergilerinden birisi) dergisinde Türk fizikçileri ile ilgili intihalin dünya kamuoyuna duyurulması Türk bilim camiasını küçük düşüren ve telafisi çok zor bir olaydır.1 Gelişmeleri, yeterli derecede basında yazıldığından dolayı, detaylı olarak açıklamayacağım.
Türk fizikçileri tarafından arXiv dergisinde yayınlanan 67 makale, dergi tarafından geri çekildi. Bu olaydan elbette ki, yazarlar birinci derecede sorumludurlar. 67 makalenin yayımlanması esnasında bu makalelerin hiç birisinin dikkat çekmemesi de tartışılması gereken noktalardan birisidir. Dergi editörlerinin de sorgulanması gerekmektedir. Bunların yanı sıra bu olaya müdahil olan 16 kişinin bulundukları bölümlerin yöneticileri de bu olaydan sorumludurlar. Özellikle yeterlik sınavını henüz vermemiş 2 doktora öğrencisinin 2-3 yıl içerisinde birinin 40 diğerinin 26 yayım yapması ve bu olayın daha önce tesbit edilip ortaya çıkarılmaması da düşündürücüdür.

İNTİHAL OLAYI
Türk bilim camiasını burada kurtaran veya kurtaracak tek müspet gelişme, intihalin bizzat Türk fizikçileri tarafından ortaya çıkarılmış olmasıdır. Nature dergisinde yayınlanan makalede, İtalya'nın Trieste şehrinde bulunan Uluslararası Teorik Fizik Merkezinin Başkanı Prof. Dr. Katepalli Sreenivasan, bazı ülkelerin kültürlerinde bilimsel aşırmaların çok da kötü algılanmadığını ileri sürerek, bu ülkeleri aşağılamaktadır. Halbuki, bu olayın Türk fizikçileri tarafından ortaya çıkarılmış olması, Türkiye'de intihal girişiminde bulunan kişilerin olduğu gibi, benzeri davranışlara şiddetle karşı olan duyarlı bilim insanlarının da var olduğunu göstermektedir. Türkiye'nin şu anda acilen yapması gerekli olan iş, ilgili kurum veya kurumların Nature dergisine cevabi yazı ve yazıları göndermeleri olacaktır.
İntihal olaylarının üzerine giderken, bundan sonra benzeri olayların yaşanmasını engellemek için, kişileri bu yollara sevkeden nedenlerin de araştırılması gerekmektedir. Geçen yıl yayımlamış olduğum bir makalede, 2 Türkiye'de doçentlik sınav sisteminin zamanın koşullarına cevap vermediğini ve acilen revize edilmesi gerektiğini yazmıştım. Bugün uygulanan doçentlik yükseltilme kriterlerinin, bazı kişileri etik dışı davranışlara doğru ittiğine inanmaktayım.
Doçentlik sınavına müracaat etmek için adayların doktora sonrası belli bir sayıda makale yayınlanmaları gerekmektedir. Başlangıçta bu belki çok iyi niyetli düşünülmüştü. Fakat zamanla bunun artık ciddi bir şekilde istismar edildiğini ve kişilerin etki değeri son derece düşük dergilere makalelerini gönderek kritik eşik sayısını aşarak doçent olmak için çaba gösterdikerini ve bazılarının da intihal olaylarına ciddi bir şekilde karıştıklarını izlemekteyiz.

YENİ ÜNİVERSİTE AÇILMASI
Türkiye'de üniversite kapasitelerinin yeterli olmadığı bilinen bir gerçektir. Bu nedenle sürekli olarak ilkokul açar gibi yeni üniversiteler açılmaktadır. Üniversite açılmasında, ilk aşamada ilgili yörelerden gelecek olan oylar dikkate alındığı için, yeterli altyapı oluşturulmadan üniversite açılmasına karar verilmektedir.
İyi yetişmeden akademik ünvanlara sahip olmuş kişilerin bu üniversitelere atanması sonucu bu akademisyenlerin ve bunların yetiştirecekleri elemanların üniversitelerde uzun vadede yapacakları tahribat tahmin edilememektedir.
Kurulan bir üniversitede eğer yeni bir bölüm açılacaksa (Fen, mühendislik v.s gibi dallarda) o bölüm için gerekli minimum altyapı, laboratuvar, teçhizat olmadan o bölümün açılmasına YÖK'ün müsaade etmemesi gerekir. Altyapısı tamamlanmamış bir üniversitenin herhangi bir bölümüne Yrd. Doçent olarak atanan kişiler, kariyerlerinde yükselebilmeleri için, aynı yönetmeliklere tabi olduklarından dolayı, yayın yapmak mecburiyetindedirler. Bu kişilerinden bazıları, çok zor şartlarda görev yaptıklarından dolayı, yayın yapmak için etik dışı davranışlar içerisinde bulunabilirler.
Doçentlik müracaatı yayın sayısına endekslendiğinden dolayı, adaylarının önemli bir kısmı etki değeri çok düşük dergileri tercih etmektedirler. Bu dergilerde yayımlanan makalelerin kalitesi tartışılır. Bu dergilerin çoğunda ciddi bir hakem araştırması yoktur.
Konu ile ilgili olarak, kendi sahamdan iki örnek vermek istiyorum. Diğer sahalarda da benzer durumların olduğundan hiç şüphem yok. Son yıllarda doçentliğe müraccat eden adayların, etki değeri oldukça düşük olan Asian Journal of Chemistry dergisinde yayım yaptıkları dikkati çekmektedir.
Hindistan'da çıkarılan bu dergide yayın yapmak için, yazarların tümünün bu dergiye abone olmaları şarttır (Yıllık abone ücreti kişi başına 150 $'dır). Ayrıca yayınlanan her sayfa için de 25 $ ödemek gerekiyor. 2006 yılında bu dergide yayımlanan makalelerin %20'si Türkiye adresli olmakla beraber bu sayı her yıl ikiye katlanmaktadır (Tablo 2) . Hangi ciddi dergi yayın için yazarların dergiye aboneliği koşulunu öne sürer?

Türkiye adresli yayımların sürekli arttığı bir diğer dergi ise elektronik ortamda yayınlanan Acta Crystallographica Section E dergisidir (Tablo 3). Bazı adayların dosyaları, neredeyse yalnız bu dergide yayımlanan makalelerden oluşmaktadır. Makaleler, kristal yapıda olan bir kimyasal bileşiğin X-ışınları (Röntgen-ışınları) yöntemiyle belirlenmiş olan üç boyutlu yapısını içerir.
X-ışınları analizi ne zaman uygulanır?
1. Eğer bir bileşiğin yapısı tüm spektroskopik yöntemlerin uygulanması sonucunda belirlenemiyorsa ve bileşik tek kristal oluşturabiliyorsa, yapı analizi için başvurulacak son yöntem X-ışınları analizidir.
2. Bir bileşiğin yapısı bilinir. Eğer, bileşiğin atomları arasındaki bağ uzunlukları, bağ açıları, torsiyon açıları, v.s. gibi fiziksel parametrelerine ihtiyaç duyulursa X-ışınları analizi yapılır ve elde edilen bu parametrelerden yeni teoriler üretilir.
Türkiye'de bulunan 5 adet tek kristal X-ışını cihazı (Hacettepe, Samsun, Kırıkkale, İstanbul ve Erzurum) genelde fizikçiler tarafından çalıştırılmakta ve kimyacıların sentezlediği bileşikler analiz edilmektedir. Bu cihazlarla analiz edilen bileşiklerin %90'nı (belki daha fazlası) yukarıda bahsettiğim 2 kritere de uymamaktadır.
Genel olarak yapıları daha önce başka dergilerde yayımlanmış bileşiklerin 3 boyutlu yapı analizleri elde edilmekte ve yayına sunulmaktadır. Bir bileşiğin analizi ve yayına hazırlanması yaklaşık olarak (iyi bir kristal varsa) 2 günde tamamlanabilmektedir. Istanbul Üniversitesi böyle bir analizi 730 YTL karşılığında rutin olarak zaten yapmaktadır.
Burada yapılan analizlerin çoğunda asıl amaç, bilimsel araştırmadan ziyade yayın üretmek ve dosyaya koymaktır. Yapılan bu çalışmaların çoğunun bilime hiç bir katkısı yoktur. Eğer yeni bir bileşiğin yapısı analiz edilir ve sonuçlar da bileşiğin kimyası ile birlikte bir kimya dergisinde yayınlanırsa bu çalışmalar elbette önemlidir. Ülkemizde maalesef bazı kişiler, bilim taşeronları, üniversitelerden analizi yapılacak bileşikleri temin etmekte ve onları analizin yapılacağı yerlere ulaştırmaktadırlar. Böylece taşeron görevi yapanların da isimleri yayına girmektedir. Bu nedenle, iki günde tamamlanan bir çalışmada yazar sayısı 10'a kadar çıkmaktadır.
Benzer konumda olan dergi sayısını daha da artırmak mümkündür. Yayın sayısını belli bir düzeye getirmek için bu ve benzeri davranış içerisine olanların başvurdukları yöntem de etik kuralları ile bağdaşmamaktadır. Bu tür makalelerden oluşan dosyalar hocalarımız tarafından incelendiği zaman, bazı hocalar bu makaleleri dikkate almakta ve bu dosyaları geri çevirme cesaretini maalesef gösterememektedirler.

YAPILMASI GEREKENLER
Türkiye'de etik kurallarının benimsenmesi ve adayların doçentlik sınavlarında daha objektif değerlendirilebilmesi için doçentlik yükseltilmelerinde aşağıdaki hususların ciddi bir şekilde dikkate alınması gerekmektedir.
1. Belli kriterleri sağlamayan profesörler doçentlik jürilerine alınmamalı
2. Her anabilim dalında geniş tabanlı (7-8 kişi) tek bir jürinin oluşturulmalı ve her 2 yılda 1-2 üye değiştirilmeli
3. Jüri belli bir yerde gerekirse 1 hafta boyunca toplanmalı
4. Eserler hakkında karar jüri tarafından ortak verilmeli
5. Müracaat için şu kadar yayın v.s. gibi rakamların kaldırılmalı
6. Doktora sonrası bağımsız özgün yayın (kişinin öğrencisi ile olabilir) aranmalı, öğrenci yetiştirmeli, ders vermeli
7. Kriterler, kendini kanıtlamış kişilerden oluşan jüri üyelerinin kafasında ve vicdanındadır.
8. Aday eser aşamasında başarısız olursa, jüri kendisine neler yapması gerektiğini söyler ve böylece aday her altı ayda tekrar tekrar müracaat etmez.
Bu kriterle uygulandığı zaman belki kişiler etik dışı davranışlardan biraz daha uzak durmaya çalışacaklardır.

Kaynaklar
1. Geoff Brumfiel, Turkish physicists face accusations of plagiarism Nature 449, 8, 2007
2. Metin Balcı, Akademik Yükseltilmeler ve Atamalar, Cumhuriyet Bilim ve Teknik, 1 Nisan 2006

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.