NEDEN ?

https://plagiarism-turkish.blogspot.com


Yükseköğretimde Gözetim ve Denetim - Yasal Çerçeve ve Uygulamalar -
Devlet Denetleme Kurulu Raporu (2009) lütfen tıklayın
2547 sayılı Kanun’da öğretim elemanlarının disiplin suçlarına ilişkin yapılması düşünülen değişiklikler hakkında Bilim Akademisi’nin raporu (2016) lütfen tıklayın

31 Aralık 2015

Dr Tansu KÜÇÜKÖNCÜ (*) - Tarihçi İlahiyatçı YÖK üyesinin yeğeninin % 100 ÇALINTI Tarih yüksek lisans tezi İPTAL EDİLDİ


Şit Tufan Buzpınar: Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) üyesi, İlahiyat mezunu, tarihçi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (TDV İSAM) eski başkanı, Fatih Üniversitesi Tarih Bölümü eski başkanı, İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi eski rektör yardımcısı, Edebiyat Fakültesi eski dekanı, Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) eski üyesi. 
Burcu Buzpınar, Şit Tufan Buzpınar'ın yeğeni, abisinin kızı. 
Burcu Buzpınar'ın “Çukurova Türkmen Aşiretleri” başlıklı tarih yüksek lisans tezi (Niğde Üniversitesi, Tarih, Ağustos 2006), % 100 ÇALINTI ! 
Burcu Buzpınar (Büyükbayram), Mehmet Fatih Sansar'ın “Tanzimat dönemi bir iskan modeli : Fırka-i Islahiye ve Güney Anadolu iskanı” başlıklı yüksek lisans tezininin (Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tarih, 2003) tamamını kendi tezine kopyalayıp yapıştırmış, sadece Önsöz’de teşekkür kısmında isimleri değiştirmiş ! 
Burcu Buzpınar (Büyükbayram)'ın % 100 ÇALINTI yüksek lisans tezi İPTAL EDİLDİ !   
Burcu Buzpınar (Büyükbayram)'ın tez danışmanı Musa Şaşmaz diyor ki : 
Burcu Buzpınar’ın tezi ve aldığı yuksek lisans unvanı iptal edildi. Danışmanı olarak bana da soruşturma açıldı. Fatih’in tezi yök sayfasında ulaşıma kapalı olduğundan benim kontrol edebilmem mümkün değildi. O yüzden ceza verilmedi bana.
Burcu’ya dedim amcandan faydalan o konuyu daha çok bilir diye, amcası profesör tarihçi ve yök üyesi Tufan Buzpınar Adana yöresini ve kaynaklarını bilir ona danışarak hazırla dedim sonra gelip "bitirdim" dedi ben de baktım iyi bir tez olmuş sınava aldık başarılı oldu geçti. 
Yıllar sonra Fatih aradı beni Burcu benim tezimi çalmış diye, sonra kızın telini buldum "evet" dedi, "ya atılacaktım ya o tezden çalacaktım 2.sini tercih ettim üzgünüm" dedi. Yani Burcu Buzpınar'ın tezini başkasından çalarak yazdığını bilmem mümkün değildi. O yüzden Burcu Buzpınar’ın yüksek lisans diploması iptal edildi. Tezi de iptal ile yok sayfasından çıkarıldı. Durum bu” 
Niğde Üniversitesi Tarih Bölümü, Mehmet Fatih Sansar'ın yüksek lisans tezini o kadar çok sevmiş ki başka tezlerde de kopyalamışlar. Hidayet Eskisürmeli'nin “Adana Vilayetinin Demografik Yapısı ve İskan Siyaseti” başlıklı yüksek lisans tezi de (Niğde Üniversitesi, Tarih, Temmuz 2007) Mehmet Fatih Sansar'ın yüksek lisans tezinden ÇALINTI ! 
Burcu Buzpınar (Büyükbayram)'ın ve Hidayet Eskisürmeli'nin ÇALINTI yüksek lisans tezlerine dair 2 yıl önceki başvurularımı, YÖK, Etik Kurul'a inceletmek yerine Niğde Üniversitesi'ne göndermiş. 
Burcu Buzpınar (Büyükbayram)'ın ÇALINTI yüksek lisans tezine dair başvurumu Niğde Üniversitesi buharlaştırdı, 2 yıldır cevap vermiyor. 
Hidayet Eskisürmeli'nin ÇALINTI yüksek lisans tezine dair Niğde Üniversitesi'nin 2 yıla yakın bir süre sonra gönderdiği cevap ise “mazereti kabahatinden büyük” ! Diyor ki :
Hidayet Eskisürmeli'nin “eski” yüksek lisans tezinden bahsediyorsunuz. O tezin ÇALINTI olduğu ortaya çıktı ; biz de Hidayet Eskisürmeli'ye yüksek lisans tezini değiştirttik, düzelttirdik, ÇALINTI denen yerlere kaynak eklettik. Hidayet Eskisürmeli'nin “eski” yüksek lisans tezinin kütüphanedeki ve YÖK arşivindeki kopyalarını aldık, yerine Hidayet Eskisürmeli'nin “eski” yüksek lisans tezini koyduk. Sizin bahsettiğiniz Hidayet Eskisürmeli'nin “eski” yüksek lisans tezinden ortada eser kalmadığından, ona dair yapacak bir şeyimiz de yok.” 
Neden “mazereti kabahatinden büyük”? Çünkü, onaylanmış bir akademik tezi değiştirmeye kimsenin hakkı yok. Bunun yapılmasına “evrak sahteciliği” deniyor; yani, etik ihlali ve disiplin sorununun ötesinde ciddi bir suç.  
Yeğen Burcu Buzpınar'ın Tarih yüksek lisans tezinin % 100 ÇALINTI olması ve İPTAL EDİLMESİ Tarihçi İlahiyatçı amca Şit Tufan Buzpınar'ın üzerine alınmasını gerektirir mi ? Cevabını size bırakalım. Peki ya YÖK üyesi amca Şit Tufan Buzpınar'ın üzerine alınmasını gerektirir mi ? 
Türkiye akademisinin akademik sahtekarlıkla özdeşleştiğini hatırlatalım. Türkiye akademisi, akademik sahtekarlık denince dünyada ilk akla gelen ülkeler arasına girmeyi epey önce başardı ; Çin, Hindistan, Pakistan, eski Doğu Bloku ülkeleri, orta doğu ülkeleri, Afrika ülkeleri, ve Asya ülkeleri ile birlikte anılıyor. 
YÖK ve üniversitelerin, akademik sahtekarlara sağladığı sınırsız koruma, teşviğin ve ödüllendirmenin başka bir sonuç üretmesini beklemiyordunuz herhalde. 
Aynı yalanı 40 kişi söylerse ya da 1 kişi 40 kez söylerse, ona artık doğru demek gerekmiyor muydu yoksa ? Olmadı, inanmayanı oyuverirsin, olmadı, boğuverirsin.Türk'e bir şey olmaz nasılsa.
Akademik sahtekarlıkları rapor ettiğinizde YÖK ve üniversitelerin nasıl örtbas ettğinin 3 örneğini (1 YÖK, 2 Niğde Üniversitesi) yukarıda verdik. Daha fazla örneği anlatmayı ayrı bir yazımıza bırakalım. 
Yükseköğretim Kurulu Bilimsel Araştırma ve Yayın Etiği Yönergesi” diye bir şey var.
“Etik kurullarına başvuru ve kurulların çalışma esasları” başlığı altında diyor ki:  
Madde 12 – (1) Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı tarafından Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına intikal ettirilen veya bireysel şikâyetlere dayalı olarak Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına ulaştırılan etik ihlali iddiaları inceleme yapılmak üzere bilimsel araştırma ve yayın etiği kurullarına iletilir. (Ek cümle: Yükseköğretim Kurulu Genel Kurulunun 19/12/2013 tarihli toplantısında alınan 2013.14.1322 sayılı kararı ile) Ancak doçentlik başvurularına ilişkin etik ihlal iddiaları dışında kalan şikâyet ve ihbar başvurularıyla ilgili inceleme işlemlerinin ilgili üniversitelerin bilimsel araştırma ve yayın etiği kurullarınca yapılmasına Yükseköğretim Kurulu Başkanlığınca karar verilebilir.” 
Adına “yönetmelik” değil de “yönerge” dedikleri için YÖK, istediği zaman istediği gibi bunu rahatça değiştirebiliyor. Bir de Resmi Gazete'yle falan uğraşmasına gerek yok. Görüldüğü üzere yukarıdaki son cümleyi 19.12.2013'te eklemişler. Demişler ki YÖK başkanı, akademik sahtekarlık başvurularını, isterse Etik Kurul'a sokmak yerine üniversitelere gönderebilir. 
Bunun altını imzalayanlardan biri, YÖK üyesi amca Şit Tufan Buzpınar.  
YÖK hakkındaki Aralık 2009 tarihli Devlet Denetleme Kurulu (DDK) raporunda diyor ki YÖK başkanları ihbar ve şikayetlerini örtbas etmek ve şikayet edilenleri şikayet edenlerin üzerine saldırtmak için her yöntemi uyguluyor. İhbar ve şikayetler, kurullara gönderilmesi gerekirken yasa dışı başkanlık kararlarıyla YÖK kurullarından kaçırılıyor.  
Yani, 19.12.2013'te ekledikleri yukarıdaki son cümleyi, ihbar ve şikayetleri Etik kurullarından kaçırmak istediğinde başkanın elini rahatlatmak için eklemişler. Elini rahatlatmasalar da hiçbir şey olacağından değil ya.  
Ama YÖK başkanına elinin rahatlatılması yetmemiş, bir kaç hafta önce gazetecilerle röportajında çok kısa süre içinde “YÖK'ün bir daha akademik sahtekarlık şikayetlerine hiç el sürmemesi, akademik sahtekarlıkları artık üniversitelerin kendi başına örtbas etmeleri” için yasa çıkarttırmak üzere olduklarını açıkladı. Bu açıklamasından 1-2 gün sonra uçak krizi patlak vermese, bu yasayı belki de çoktan çıkarttırmış olacaktı. 
Bu yasayı çıkarttırdıklarında ne olacak? YÖK'e rapor edilen bir akademik sahtekarlık vakasını YÖK'ün örtbas etmemesi olasılığı 0.001 (binde bir) ise, üniversiteye rapor edilen bir akademik sahtekarlık vakasını üniversitenin örtbas etmemesi olasılığı 0.001 (milyarda bir) ; yani, bir akademik sahtekarlık vakasını üniversitenin örtbas etmemesi, YÖK'ün örtbas etmemesinden milyon (1.000.000) kat zor, yani, hayal etmek bile neredeyse imkansız! 
Kayhan Kantarlı hocanın bu durumun tehlikesine dikkat çekerek başlattığı “Ulusal Bilim Etiği Kurulu Kurulmalıdır !” imza kampanyasını hatırlatarak bitirelim. 
Sorumuzu hatırlatalım : yeğen Burcu Buzpınar'ın Tarih yüksek lisans tezinin % 100 ÇALINTI olması ve İPTAL EDİLMESİ YÖK üyesi amca Şit Tufan Buzpınar'ın üzerine alınmasını gerektirir mi ? Ne dersiniz ?  
(*) Dr Tansu KÜÇÜKÖNCÜ : 2001 başından beri “elverişli eko sisteme yerleşen bakteri kolonisi benzeri hızla çoğalan zehirli sarmaşık gibi ülkemiz üniversitelerini kuşatarak boğan, çürüten, kokutan, ve çökerten” “akademik sahtekarlık gelenekçileri”ne karşı insan hakları mücadelesi vermektedir.

28 Aralık 2015

Pro. Dr. Rıdvan Karluk - Yeni Yükseköğretim Kanunu Tasarısı ve Bilimsel Hırsızlıklar (Sakarya Gazetesi)

Geçen hafta Yükseköğretim Kurulu'nun Yükseköğretim Kanunu'na ilişkin tasarı çalışmasını başlattığı basında yer almıştır. YÖK'ten yapılan açıklamada; son yıllarda yükseköğretimdeki sayısal büyümenin YÖK'e yeni sorumluluklar getirdiği ve sistemin pek çok alanında yurt içi ve dışındaki gelişmelere cevap verecek kuramsal ve kurumsal değişikliği gerçekleştirmesini gerekli kıldığı belirtilmiştir. 
 
Yeni tasarıda üniversitelerdeki bir çeşit “yolsuzluk” olan bilimsel hırsızlıklar ile ilgili bir düzenleme yapılmalıdır. 

Dünyada eğitim ve öğretim alanında yolsuzluklara sıkça rastlanılmakta ve bu konuda geniş bir literatür bulunmaktadır. Yolsuzlukların başında gelen kopyacılık, başkasının eserini kendine mal etmek olduğundan bir sahteciliktir ve dünya bilim dünyasında oldukça yaygındır. Avrupa’da 1999 yılında başlayan Bologna Süreci; karşılaştırılabilir, uyumlu ve tutarlı bir yüksek öğretim siteminin kurulmasını hedefleyerek bilimsel hırsızlıkların önlenmesi konusunda Avrupa ülkelerinde önemli bir gelişme sağlanmasına katkı sağlamıştır. 

Uzun dönemde eğitim sisteminde yolsuzluklar, eğitimin kalitesi ve öğrenim çıktıları arasında olumsuz etkiler yaratır. Uluslararası Para Fonu’nun yapmış olduğu bir çalışmaya göre yolsuzluk, eğitimin kalitesini düşürmekte, topluma maliyet yüklemekte ve herkesi olumsuz etkilemektedir. Özellikle eğitim alanında yolsuzlukların yoğun olduğu ülkelerde eğitim çıktıları kötüleşmektedir.  

Türkçede “hırsızlık” ile “bilimsel hırsızlık” (intihal-plagiarism) kavramları sıklıkla birbirine karıştırılmaktadır. Türk Dil Kurumu’nun Büyük Türkçe Sözlüğünde hırsızlık, “çalma, çalma suçu, sirkat” olarak tanımlanmıştır. Hırsızlık etmek (veya yapmak), başkalarının parasını veya malını çalmak anlamındadır. 

İntihal diğer bir deyişle bilimsel hırsızlık, bilim insanının yazdığı eserde başka bir bilim insanının yazdığı eserden aldığı görüşleri eserinde kendi görüşleriymiş gibi sunması ve bunları farklı bir kişinin yazdığı eserden aldığını belirtmemesidir. 
 
Bilimsel hırsızlık ağır bir suç olduğu için üniversitelerimizde bu suça karışanlara hoşgörü gösterilmemelidir. Çünkü gerçek bilim insanı çalmaz, çaldırmaz. Çalanlar ile de mücadele eder. Bu mücadelesinde ona köstek olmak isteyenler de çıkabilir. Gerçek bilim insanı hırsızlıkları örtmeye çalışanlarla mücadele eder ama Türkiye’de hırsızların yaptıklarını açığa çıkarmaya çalışanların da “gerçek dışı” bilirkişi raporları ile önü kesilmeye çalışılır.


Nasıl yapsam da bu işi örtsem ya da örtülmesine katkıda bulunsam diye çabalayanlar, toplumda hırsızlarla mücadele edenlerden daha çoktur. İşin örtülmesine çalışanlar eğer yaygınlaşırsa, o ülkede gidiş kötüdür. 
 
Bu konuyu merak edenlerin; geçen ay Sakarya Üniversitesi’nde düzenlenen bir Konferans’ta sunduğum “Türk Yüksek Öğretiminde Bilimsel Hırsızlıklar: Bir Örnek Olay: Plagiarism In Turkish Higher Education: A Case Study” başlıklı bildirimi, Gazi Kitapevi tarafından Aralık 2015’de basılan Akademik Araştırma ve Etik kitabında yer alan “Üniversitelerimizde Bilim Etiği İhlalleri ve Alınması Gerekli Önlemler” başlıklı makalemi, bu köşede 13.09.2010 ve 19.09.2010 tarihlerinde yayınlanan ve 10 binden fazla tıklanan “Gerçek Bilim İnsanı Kimdir 1” ile “Gerçek Bilim İnsanı Kimdir 2” başlıklı yazılarımı okumalarını öneririm. 


Türkiye’nin güvenilir intihal (plagiarism) konulu internet portalının arşiv bölümünde son on yılda yazılı basın ve internet ortamında 402 adet intihal ve bilimsel sahtecilik konulu haber ve yazı yer almıştır. Bu haber ve yazıların tamamında YÖK ve üniversitelerin bilimsel sahtecilik olayları karşısındaki örtbas etmeye odaklanmış sorumsuzluğu eleştirilmektedir. 2007 yılında öğretim üyelerinin karıştığı intihal konulu 82 haber ve yazı bulunmaktadır. İntihal olayında adı geçen yüzlerce kişi profesör, doçent, yardımcı doçent, araştırma görevlisi gibi unvanlara sahip olup, içlerinde her türlü akademik ve idari görevlere atanmakta bir sakınca görülmeyen çok sayıda öğretim üyesi bulunmaktadır (http://plagiarism-turkish.blogspot.com.tr). 

Bu duruma engel olabilmek için bağımsız bir Ulusal Bilim Etiği Konseyi kurulmalı, intihal ve bilimsel sahtecilik suçlarını bu Konsey ele almalıdır. İntihal ve bilimsel sahtecilik suçlarının soruşturulması üniversitelere değil, kurulacak Konsey’e devredilmelidir. Üniversiteler ve YÖK Konsey’in aldığı kararları uygulamakla sorumlu olmalıdır. Konsey’in oluşumu, çalışma yöntemleri, bilimsel etiğe aykırı eylemlerin ve yaptırımlarının ve de üniversite yöneticileriyle YÖK'ün Konsey’in kararlarını uygulama sorumluluklarının neler olacağı belirlenerek yasal bir düzenleme yapılmalıdır. 

Aksi takdirde üniversitelerde bilimsel sahtecilikler önlenemez. Bu bakımdan YÖK’ün hazırladığı yeni Yükseköğretim Disiplin Yasası Taslağı ile personele ilişkin tüm disiplin işlemlerini yürütme ve karar alma yetkilerinin üniversitelere bırakılması doğru değildir.

Yasa taslağında, bilimsel çalışmalarda ciddi sorun haline gelen araştırma ve yayın etiği ihlallerine ceza verilmesi hükmü yer almıştır. Türkiye’de geçmişte bilimsel araştırma ve yayın etiği ihlalleri yasa ile disiplin suçu olarak düzenlenmediğinden, ihlallere disiplin cezası verilebilmesi mümkün olmuyordu. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 2012 yılında bilim hırsızlığı yapan öğretim üyelerinin üniversiteden atılmalarının yasal dayanaktan yoksun olduğuna karar vermişti. 

Karar uyarınca YÖK'ün üniversitelere gönderdiği (19 Kasım 2013) akademik sahtekarlıklara ceza vermeyin yazısından sonra bu düzenlemenin yapılması yerindedir. Çünkü, YÖK Yasası’na dayanılarak çıkarılan Öğretim Elemanları Disiplin Yönetmeliği’nin 11’nci maddesinin 3’ncü fıkrasına göre intihal yapan öğretim üyesi üniversite öğretim mesleğinden çıkarılıyordu.  

Anayasa Mahkemesi’nin 14 Ocak 2015 tarihinde verdiği ve üniversitelerdeki disiplin cezalarına ilişkin düzenlemenin YÖK tarafından yapılması hükmünü iptal etmesinden sonra doğan boşluğu yeni disiplin yasa tasarısı ile ortadan kaldırma girişimi önemli bir hukuki boşluğun giderilmesi açısından önemlidir. 

Fakat, YÖK’ün açıkladığı yasa tasarısında rektör ve dekanlar dışındaki yükseköğretim personeline ilişkin tüm disiplin işlemlerinin üniversitelere bırakılması doğru değildir. Çünkü, “benim hırsızım iyidir” zihniyeti son bulmazsa, üniversiteler özellikle intihal olaylarını örtbas etme eğiliminden kolay kolay vazgeçmezler. 

Bilimsel yolsuzluk gizlilik içerisinde yürütülür. Bu sebeple ortaya çıkarılması güçtür. Bir üniversitedeki etik dışı uygulamaları üniversite dışındakilere göre daha iyi bilen, üniversite içerisindeki görevlilerdir. Etik değerlere saygılı öğretim üyelerinin bazı sıkıntıları göze alarak meslek onurunu korumak amacıyla etik dışı uygulamalarda bulunanlarla mücadele etmeleri, onların başta gelen görevleri olmalıdır. 


Mevcut örgüt kültürü içerisinde ihbarda bulunanlar hoş karşılanmadığı için, etik değerlere sahip çıkanlar istenmeyen kişi ilan edilebilir. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” ya da “benim hırsızım iyidir” anlayışı ile hareket ederek etik dışı uygulamaları görmezden gelmek, üniversitelerimizde bilim etiğinin unutulmasına yol açar. Türk üniversitelerinin dünyadaki üniversite sıralamalarında üst sıralara çıkabilmeleri için bilim etiği konusunda daha hassas olmaları gerekmektedir. 
 
Türkiye’de temiz bir bilim dünyası için üniversitelerimizde bilimsel yolsuzluklardan arındırılmış eserler üreten öğretim üyelerinin sayısı artmalı, intihal yapan öğretim üyeleri yüksek öğretim sisteminin dışına çıkarılmalıdır. Bu yapılmadığı sürece Türkiye’de bilimin gelişmesi mümkün olamaz. 


Gerçek anlamda bilim insanları bilimsel hırsızlık olayları karşısında tepkisiz kalmamalıdır. İntihal teşebbüsünde bulunanlara karşı açıkça ve kararlı bir şekilde mücadele edilmelidir. Basın ve yayın yoluyla intihalciler açıklanarak benzer eylemler içerisinde olanlara fırsat verilmemelidir. Aksi durumda Türk üniversitelerinin dünya sıralamalarında üst sıralara gelmesi hiçbir zaman mümkün olmaz. 

Son söz: “Üniversitelerinde Bilimsel Hırsızlığın Doğal Karşılandığı Bir Ülkenin Elbette Tüm Yaşam Alanları Soyulacaktır.

27 Kasım 2015

İrfan O. Hatipoğlu(*) - Pirefesörler Cumhuriyeti! (Taraf)

Üniversitelerin içinde bulunduğu durum irdelendiğinde “dışkı yedirme”, “darbeleri destekleme” söyleminin çok masum olduğu görülür. Bunun birincil nedeni 12 Eylül askerî darbesinin ürünü olan Yüksek Öğretim Yasası’dır. Anılan yasanın çıkış felsefesidir.
Ülkemizin alanında çok başarılı bilim insanı olarak kabul edilen profesörün “dışkı yedirmenin” işkence sayılmayacağını belirtmesi tartışmalara neden oldu. Aynı profesör zaman zaman yaptığı açıklamalarda darbeci zihniyeti savunmuş, darbecilerin yaptıkları her uygulamaya imza atacağını belirtmişti. Dileğim profesörün yaptığı radikal/ evrensel söylem dışına çıkan açıklamalarının üniversitelerde “insan kaynağının” düzeyini ortaya koyan, üniversitelerin bilimsel anlayış düzeyini ve tarafını belirten tartışmaların başlangıcı olmasıdır.
Üniversitelerin içinde bulunduğu durumu irdelediğinizde “dışkı yedirme”, “darbeleri destekliyorum” söyleminin çok masum olduğunu görürsünüz. Yediklerinde helal gıda belgesi arayan, haram diye tedavi sürecinde erkek/ kadın ayrımı yapan, doğa olaylarını Tanrının hikmeti ile açıklayan, etnik/ mezhepsel çözümü kesmek/ biçmekte bulan, akıl ve bilimin ötelendiği akademik yaşam egemendir. Bunun değişik nedenleri var. Birincil nedeni 12 Eylül askerî darbesinin ürünü olan Yükseköğretim Yasası’dır (YÖK). Anılan yasanın çıkış felsefesidir. Milli ve manevi değerleri benimsemiş, Türk- İslam sentezcisi gençler yetiştirmeyi öne almış, bunun sağlanması içinde üniversiteleri tektipleştirmek için, tek eğitim izlencesi ve tek adam tarafından yönetim sürecini başlatmasıdır. Yasanın uygulanması ile özgür/ özerk üniversite kavramının içi boşaltıldı. Artık üniversitelerde öğretim elemanları yerine rektörler, rektörlerin yerine YÖK Başkanı, YÖK Başkanı’nın yerine Cumhurbaşkanı düşünür oldu.
Bu düşünüş halkasını onayan akademik kadro nasıl oluştu? Üniversitelerde YÖK yönetim izlencesi 35 yılı geride bıraktı. Geçen 35 yılda üniversitelerin özgür/ özerk geleneğinden gelen bilim insanları yaş ya da değişik yöntemlerle tasfiye edildi. Yerine tek tip, baskıcı, düşünceyi örseleyen bir sistemde öğrenim gören, akademik basamakları yükselen bilim insanları yetişti ve üniversitelere yönetir hâle geldi. Tüm baskıcı sistemlerde olduğu gibi bilim ahlakı aşındı, kayırmacılık, entrika, birbirini gammazlama, üretmek yerine intihal (bilim hırsızlığı) kurumsallaştı. Ürün olarak kabulcü, sorgulamayan, düşündüklerimi söylersem başıma ne gelir korkaklığını/ ürkekliğini yaşam anlayışı edinmiş bilim insanları ortaya çıktı.
Algı olarak bilimsel düşüncenin temsilcisi olduğunu düşündüğümüz bilim insanları nasıl yetişiyor? Lisans eğitimini tamamlayan bir öğrenci bilim insanı olma yolunda ilerlemek istiyorsa Yüksek Lisans ve Doktora eğitimini tamamlamak zorunda. Anılan üst eğitimi almak için sınavlar varsa da belirleyici olan ilgili bölümün öğretim üyelerinin tavrıdır. Akademik kadroyu alınan öğrenciler 2-3 yılık sözleşmelerle işe başlatılmaktalar, sözleşmelerinin uzatılması danışman hocası, bölüm başkanı, dekan ve rektör zinciriyle tamamlanmaktadır. Sözleşmenin sürekliliğinde aranan ana kriter “hocasına biat” etmektir. Özgür düşünmesi istenmez, verilen görevi sorgulamadan eksiksiz yerine getirmesi beklenir. Bunu sağlayamayan öğrenciler akademik kadroya alınmadıkları gibi, üniversite ile ilişkileri kesilir. Doktorayı tamamlayıp akademik kadroya atanmak içinse ek yeni kriterler devreye girer. Önümüzdeki rektörlük seçimlerinde kullanacağı oy baz alınır. Rektör oyunun kendinden yana olduğunu inanırsa “adrese teslim ilanla” ataması gerçekleşir.
Atama ile sorun bitmiyor. Sözleşmeli çalışma devam ediyor. Yükselmen için (doçentlik) çalışma yapman gerekiyor. Bu çalışmalarda üniversite altyapısını/ kaynaklarını kullanabilmen için, üniversite üst yönetimine yakınlığını hissettirmek zorundasın. Seçimini doğru yapmadıysan çalışmalarının her aşamasında örselenirsin. Anlattığımız ağır süreçten geçen genç bilim insanı farkında olmadan özgür düşünceyi öteliyor; edilgen, kumpasçı, entrikacı, intihalci kimlik kazanıyor. Özgür/ özerk üniversite geleneğinden gelmedikleri için de edinimlerini doğru kabul ediyorlar. Yeni edinimlerinizi etkin/ verimli kullanıyorsanız, akademik yaşamın en üst aşaması olan profesörlüğü “ananızın ak sütü” gibi hak ediyorsunuz.
Üniversiteleri sürüklendiği çıkmazdan söküp atmak çok zordur. Çünkü akademik yaşam özgür/ özerk anlayıştan çok uzaktır. Özgürlüğün olmadığı yerde kısırdöngüyü kırıp çıkacak insan yetişmez, geriye hızla kayarsınız. Bugünlerimiz iyi günler, profesörlerden değişik söylemler duymaya hazır olun derim.
*Mustafa Kemal Üniversitesi
iohatip@hotmail.com

25 Kasım 2015

G. Kore'de 200 profesör intihal yüzünden mahkemelik oldu (Dünya Bülteni)

Güney Kore'de başka yazarların kitaplarını kendi isimleriyle yayımlayarak telif haklarını ihlal eden 200 profesöre dava açıldı. 
Güney Kore'de 50 üniversiteden 200 profesöre ve 4 yayınevi çalışanına intihal yaptıkları suçlamasıyla dava açıldığı bildirildi.
Herald Korea gazetesi, başka yazarların kitaplarını kendi isimleriyle yayımlayarak telif haklarını ihlal eden profesörlere dava açıldığını belirtti.
Savcı, olaya karışan 4 yayınevi çalışanının suçlarını itiraf ettiklerini açıkladı. 
Profesörlerin, sözleşmelerinin yenilenmesiyle ilgili değerlendirmelerden önce akademik performanslarını yüksek göstermek için intihal suçu işledikleri kaydedildi.
Suçlu bulunmaları durumunda 5 yıl hapis veya 43 bin dolardan fazla para cezasına çarptırılacak zanlılar işlerini de kaybedebilecek.

24 Kasım 2015

YÖK’ten üniversiteler için yeni disiplin yasası taslağı - Disiplin işlemleri üniversitelere bırakılıyor (Hürriyet)

Yükseköğretim Kurulu (YÖK), hazırladığı yeni Yükseköğretim Disiplin Yasası Taslağı’yla rektör ve dekanlar dışındaki yükseköğretim personeline ilişkin tüm disiplin işlemlerini, yürütme ve karar alma yetkilerini üniversitelere bırakacak. Üniversitelerin verecekleri kararlara idari yargıda itiraz yolu açık olacak. YÖK’ün daha önce suç kapsamında değerlendirmediği intihallere de yasa kapsamında suç tanımı geliyor.

Üniversitelerde görev yapan akademik personel için hazırlanan disiplin yasası taslağına ilişkin YÖK’ten yapılan açıklamada, hukuksal boşluğun kamu düzenini ihlal edici nitelikte görüldüğü belirtilerek, şunlar kaydedildi:

“Anayasa Mahkemesi’nin kararı sebebiyle Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği uygulanamaz hale geldiğinden, bu yönetmelikte yer alan üniversite personeline ilişkin suçlar bakımından bir ceza tayini mümkün olmayacak. O kadar ki, intihal, cinsel taciz gibi ciddi suçlar dahi cezasız kalacak ya da bu suçların ağırlığına uygun disiplin cezası verilemeyecek. Yükseköğretim personeli bakımından disiplin cezaları ve fiillerinin yasa ile düzenlenmesi gerekiyor. Rektör ve dekanlar dışındaki yükseköğretim personeline ilişkin tüm disiplin işlemleri üniversiteler bünyesinde sonuçlandırılacak, Yükseköğretim Kurulu bünyesinde ise yalnızca rektörler ve dekanlar hakkında yürütülen disiplin soruşturmaları karara bağlanacak. Bilimsel araştırma ve yayın etiği ihlalleri herhangi bir kanun ile disiplin suçu olarak düzenlenmediğinden, bu ihlallere bir disiplin cezası verilebilmesi mümkün olmuyor. Bu sebeple yasa taslağında bilimsel araştırma ve yayın etiğine ilişkin bazı suç ve cezalara da yer verildi.”

ÖZERKLİK VE AKADEMİK GEREKLİLİKLER

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) yükseköğretim personeli hakkındaki disiplin fiilleri ve cezalarının yönetmelikle değil, kanunla düzenlenmesi gerektiği yönünde bir karar aldığının da hatırlatıldığı açıklamada, yasa taslağının temel ilkeleri ise şöyle belirtildi:
“Anayasa Mahkemesi’nin kararı nedeniyle kanuni düzenleme yapılması ihtiyacı ortaya çıktı. Nitekim hukukumuzda yargı ve silahlı kuvvetler personeli için de Devlet Memurları Kanunu’ndan ayrı özel disiplin kanunları bulunuyor. Hükümete sunulmak üzere hazırlanan yeni yükseköğretim disiplin yasası taslağının temel felsefesi, Devlet Memurları Kanunu’ndaki disiplin hükümlerinden farklı olarak, üniversite özerkliği ve akademik gerekliliklere uygun bir disiplin sistemi oluşturmak.

REKTÖR VE DEKANLAR HARİÇ
Bu çerçevede, yasa çalışması ile rektör ve dekanlar dışındaki yükseköğretim personeline ilişkin tüm disiplin işlemlerini yürütme ve karar alma yetkileri üniversitelere bırakılıyor. Böylelikle rektör ve dekanlar dışındaki yükseköğretim personeline ilişkin tüm disiplin işlemleri üniversiteler bünyesinde sonuçlandırılacak, YÖK bünyesinde ise yalnızca rektörler ve dekanlar hakkında yürütülen disiplin soruşturmaları karara bağlanacak. Ayrıca bilimsel çalışmalarda ciddi sorun haline gelen bilimsel araştırma ve yayın etiği ihlallerine de yasa taslağında yer verildi. Bilimsel araştırma ve yayın etiği ihlalleri herhangi bir kanun ile disiplin suçu olarak düzenlenmediğinden, bu ihlallere bir disiplin cezası verilebilmesi mümkün olmuyor. Bu sebeple yasa taslağında bilimsel araştırma ve yayın etiğine ilişkin suç ve cezalara da yer verildi.”

203 DİSİPLİN DOSYASI
YÖK verilerine göre 2015 yılının 11 ayında üniversitelerde 203 disiplin dosyası hazırlandı. Bu dosyaların 11’i rektörlerle, 3’ü dekanlarla ilgili. 203 dosyanın 144’ü karara bağlandı.
***
Olumlu bir adım
Prof. Dr. Abdullah Atalar (Bilkent Üniversitesi Rektörü)
Bu, Türkiye’de üniversiteler adına olumlu bir adım. YÖK’ün disiplin ile ilgili yetkileri üniversitelerin kendilerine bırakıyor olması, yükseköğretim adına iyi bir gelişme olarak değerlendirilebilir.

Bürokrasiden uzak bir tavır
Prof. Dr. Yıldırım Üçtuğ (Atılım Üniversitesi Rektörü)
"YÖK’ün, temel işlevleri arasında yer almaması gereken konuları üniversitelere devretmesini gecikmiş, ancak çok isabetli bir karar olarak görüyorum. Bütünleme sınavları ve yatay geçiş kontenjanlarının üniversitelere bırakılmasının ardından öğretim elemanlarının disiplin süreçlerine ilişkin konuların da üniversiteler bünyesinde sonuçlandırılmasına yönelik olarak hazırlanan taslağını tümüyle destekliyorum. YÖK, bir yandan yükseköğretimin kalitesini değerlendirmek gibi son derece önemli bir asli görevi üstlenirken, bir yandan da gereksiz ve kendi imajını olumsuz etkileyen bürokrasiden uzaklaşarak son derece olumlu bir tavır sergiliyor. Bu gelişmelerin sürmesi en büyük dileğimiz."

Aşağıdan yukarı bir yaklaşım şart
Prof. Dr. Muhammed Şahin (MEF Üniversitesi Rektörü)
"Olumlu bir gelişme. Prof. Dr. Yekta Saraç’ın bu yönde adımlarını destekliyorum. YÖK’ün yetkilerinin dağıtılması akademik dünyada önemli bir destek görüyor. Üniversitelerin özerkleştirilmesi yönünde bu tip yasalara ihtiyaç var. Ancak yüskeköğretimdeki bu yönde adımların, Milli Eğitim Bakanlığı ile daha koordineli bir şekilde yapılması gerekiyor. YÖK ve MEB’in birlikte çalışması, aşağıdan yukarı bir yaklaşımla eğitim kurumlarındaki özerkliğini ele alması lazım."

YÖK’ün yükü hafifleyecek

Prof. Dr. Süleyman Büyükberber (Gazi Üniversitesi Rektörü)
"Üniversiteler ne kadar özek olursa o kadar iyi olur. YÖK’ün bu düzenlemesini olumlu buluyorum. Çünkü YÖK kural koyan, koordine eden ve oyuna müdahale etmeyen, projeler üreten üst kurum olarak üniversitelere destek vermeli. Yükseköğretim kurumlarına bırakılan yetkiler sayesinde işler daha hızlı ilerleyecek. Üniversiteler sayesinde disiplin kurullarıyla çalışmalar yapılıyordu ancak yeni düzenleme ile YÖK’ün yükü hafifleyecek, süreçler daha kolay işleyecek. Etik ihlal konusu ise şimdiye kadar çok suistimal ediliyordu. Akademisyenlerin intihal şikayetleri yoluyla önleri kesiliyordu. Bu konuda yeni çalışmayla süreçlerin daha sağlıklı ilerlemesi sağlanacak."

İntihalin suç kapsamına alınması olumlu
Prof. Dr. Ebubekir Ceylan (Hakkari Üniversitesi Rektörü)
"Üzerinde çalışılan düzenlemeleri olumlu buluyorum ancak detaylarını bilmiyorum. Eğer üniversitelere bazı yetkiler bırakılacaksa, bu uygulama bürokrasiyi azaltır. İntihal başta olmak üzere etik ihlallerin suç kapsamına alınması da oldukça olumlu bir adım."
 

20 Kasım 2015

YÖK, disiplin yetkilerini devrediyor (CİHAN Haber Ajansı)

| ANKARA -
YÖK Başkanlığı, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’na disiplin hükümlerinin eklenmesine ilişkin kanun çalışması hakkında bilgilendirme yaptı. Kanuna eklenmesi gerektiği düşünülen yasa çalışması ile rektör ve dekanlar dışındaki yükseköğretim personeline ilişkin tüm disiplin işlemlerini yürütme ve karar alma yetkileri, üniversite disiplin amirleri ve kurullarına bırakılıyor. Ayrıca bilimsel çalışmalarda ciddi sorun haline gelen bilimsel araştırma ve yayın etiği ihlallerine de yasa taslağında yer verildi. 
YÖK’ten yapılan açıklamada, “2547 sayılı Kanunun 53. maddesinin (b) bendi, 01.03.2014 tarihli 6528 sayılı Kanunun 7. maddesi ile değiştirilmiş, söz konusu değişiklikle öğretim elemanları, memur ve diğer personele uygulanabilecek disiplin cezaları uyarma, kınama, yönetim görevinden ayırma, aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması, üniversite öğretim mesleğinden çıkarma ve kamu görevinden çıkarma olarak belirlenmiş, hangi fiillere hangi disiplin cezasının uygulanacağı, bu bentte sayılan kişilerin disiplin işlemleri ve disiplin amirlerinin yetkilerinin, devlet memurlarına uygulanan usul ve esaslar da göz önüne alınmak suretiyle Yükseköğretim Kurulu tarafından düzenleneceği hüküm altına alınmıştır. Bu fıkranın ikinci cümlesinde yer alan 'Hangi fiillere hangi disiplin cezasının uygulanacağı, bu bentte sayılan kişilerin disiplin işlemleri ve disiplin amirlerinin yetkileri, devlet memurlarına uygulanan usul ve esaslar da göz önüne alınmak suretiyle Yükseköğretim Kurulunca düzenlenir' hükmü Anayasa Mahkemesinin 14.1.2015 tarihli ve E:2014/100, K:2015/6 sayılı kararı ile iptal edilmiş olup, söz konusu iptal kararı nedeniyle doğacak hukuksal boşluk kamu düzenini ihlal edici nitelikte görüldüğünden iptal hükmünün kararın Resmi Gazete'de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe girmesi kararlaştırılmış, Anayasa Mahkemesi'nin gerekçeli kararı 7 Nisan 2015 tarihli ve 29319 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin bu kararı sebebiyle kanuni düzenleme yapılması ihtiyacı hasıl olmuştur.” hatırlatması yapıldı. 
Anayasa Mahkemesi'nin anılan kararı sebebiyle Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği uygulanamaz hale geldiğinden, bu yönetmelikte yer alan üniversite personeline ilişkin suçlar bakımından bir ceza tayini mümkün olmayacağına dikkat çekildi. Açıklamada şöyle denildi: “O kadar ki intihal, cinsel taciz gibi ciddi suçlar dahi cezasız kalacak ya da bu suçların ağırlığına uygun disiplin cezası verilemeyecektir. Bu nedenle yükseköğretim personeli bakımından disiplin cezaları ve fiillerinin, yasa ile düzenlenmesi gerekmektedir. Yükseköğretim üst kuruluşları ile yükseköğretim kurumlarının yöneticilerine, öğretim elemanlarına ve diğer personeline ilgili mevzuat ile yüklenen sorumlulukların diğer kamu personeline nazaran farklı nitelikte olması sebebiyle, Yükseköğretim personeline ilişkin disiplin suç ve cezalarını düzenleyen ayrı bir kanuna ihtiyaç duyulmaktadır.” 
Bu kapsamda yapılan çalışmalar doğrultusunda hazırlanan ve 2547 sayılı Kanuna eklenmesi gerektiği düşünülen yasa çalışması ile rektör ve dekanlar dışındaki yükseköğretim personeline ilişkin tüm disiplin işlemlerini yürütme ve karar alma yetkileri üniversite disiplin amirleri ve kurullarına bırakıldığına vurgu yapılarak, “Böylelikle rektör ve dekanlar dışındaki yükseköğretim personeline ilişkin tüm disiplin işlemleri üniversiteler bünyesinde sonuçlandırılacak, Yükseköğretim Kurulu bünyesinde ise yalnızca rektörler ve dekanlar hakkında yürütülen disiplin soruşturmaları karara bağlanacaktır. Ayrıca bilimsel çalışmalarda ciddi sorun haline gelen bilimsel araştırma ve yayın etiği ihlallerine de yasa taslağında yer verilmiştir. Bilimsel araştırma ve yayın etiği ihlalleri herhangi bir kanun ile disiplin suçu olarak düzenlenmediğinden, bu ihlallere bir disiplin cezası verilebilmesi mümkün olmamaktadır. Bu sebeple yasa taslağında bilimsel araştırma ve yayın etiğine ilişkin bazı suç ve cezalara da yer verilmiştir." değerlendirmesinde bulunuldu. 
2015 YILI İÇERİSİNDE YÖK’E İNTİKAL EDEN VE YÜKSEK DİSİPLİN KURULU'NDAKİ DOSYA SAYISI
2015 yılı toplam dosya sayısı : 203
Rektörlerle ilgili olan toplam dosya sayısı : 11
Dekanlarla ilgili olan toplam dosya sayısı : 3 (Rektör+Dekan 14)
Diğer personel (öğretim üyeleri, idari vb.) : 189
203 dosyanın 144 tanesi bu zamana kadar karara bağlandı.

17 Kasım 2015

Dr. Murat Yıldırım (*) - BİLİMDE SAHTEKARLIK - (TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi, Nisan 2012, Yıl 45, Sayı 533, Sayfa 60)

Bilim insanoğlunun yöntemli bir şekilde evreni anlama çabasıdır. Mutlak bir gerçekten daha çok yanlışlığı kanıtlanabilir, sınanabilir bilginin peşindedir. Bu bilginin üretilmesinde bilim insanlarının kişisel duygu ve zaaflarının etkisi en aza indirilmeye çalışılır. Fakat önceki sayılarımızdaki “Belirsiz Bilim” ve “Ay Işığında Füzyon” yazılarından da hatırlayacağınız gibi bilim dünyasında yanlılık, sahtecilik gibi “etik dışı davranışlar” olagelmekte. Bu saygın ve eğitimli insanların dünyasında nasıl oluyor da etik dışına çıkılıyor, bilim insanları neden hem bizi hem de meslektaşlarını kandırmaya çalışıyor?
İlk başta söylememiz gereken şey, bilimsel sahtekârlığın net bir tanımını yapmanın, sınırlarını çizmenin gerçekten çok zor olduğu. Bilimsel sahtekârlık en geniş manasında kullanıldığında çok kapsayıcıdır. Örneğin bir de neyin en iyi bulgularının standart bulgular olarak sunulup diğer bulgularının göz ardı edilmesini kapsadığı gibi, hiç yapılmamış bir deneyin düzmece bulguları da bilimsel sahtekârlık alanına girer. Yapılan benzer çalışmaların birinden (yanlışlıkla da olsa) bahsetmemeyi de, başkalarının çalışmalarından intihali de (ilk yazardan bahsetmeden bir yazıyı kısmen veya tamamen kopyalamak) kapsar. Bu yüzden bilimsel sahtekârlıktan bahsederken konunun önemine göre “şüpheli araştırma uygulamaları” veya “etik dışı davranış” tabirleri de kullanılıyor. Bilimsel sahteciliğin doğru tanımlanması önemli. Çünkü ucu açık, muğlak ifadelerle yapılmış bir tanım potansiyel suçluları cesaretlendirebileceği gibi keskin ve kısıtlayıcı ifadeler de özgün yöntemler kullanmak isteyen araştırmacıları sınırlayabilir. Ayrıca bilimsel sahtekârlığın nerede başlayıp nerede bittiğinin anlaşılması, hem bilim insanlarına kendi çalışmalarında yol gösterir hem de çevrelerinde gözlemledikleri şüpheli faaliyetlerin bilimsel sahtekârlık olup olmadığı konusunda onlara yardımcı olur. 
 ABD’deki Bilim ve Teknoloji Politikaları Ofisi (The Office of Science and Technology Policy) 2000 yılında bilimsel sahtekârlığı “bilimsel bir araştırma önerirken, yaparken, sonuçlarını rapor ederken veya bir araştırmaya hakemlik ederken tahrifat, intihal yapmak, uydurma ve düzmece sonuçlar rapor etmek” ile sınırlandırmış ve kasıtlı olmayan hatalar bu tanımın dışında bırakılmıştır. Tahrifat bir bulgunun kasıtlı olarak değiştirilip çarpıtılması, uydurma ise olmayan bir verinin veya bulgunun yoktan icat edilmesidir. Kişinin başkasına ait sözleri, fikirleri, verileri ve çıkarımları kaynak belirtmeden kısmen veya tamamen kullanmasıysa intihal (kopyacılık) olarak adlandırılır. Tahrifat ve uydurmanın aksine intihalde bilimsel bilgi çarpıtılmaz fakat haksızca sahiplenilir. 
 Bilimsel sahtekârlığın ne kadar yaygın olduğu konusunda bilim insanları arasında iki farklı görüş var: “Çürük elmalar” ve “buzdağının görünen kısmı”. Adından da anlaşılacağı üzere ilk görüşte olanlar, bilimsel sahtekârlığın çok yaygın olmadığını, bilim camiasında ciddiye alınmayacak kadar az sayıdaki kişinin çürük elma olarak görülmesi gerektiğini söylerken, ikinci görüşün taraftarları bilimsel sahteciliğin zannedilenden fazla olduğunu ve ortaya çıkarılan örneklerin sadece buzdağının görünen kısmı olduğunu savunuyor. Bilimsel sahtecilik sayısını kesin olarak ölçmek çok zor, çünkü bu alandaki verilerin büyük kısmı kişilerin kendilerinin yaptığı veya çevrelerinde gözlemlediği sahtecilikleri bildirdiği raporlara ve anketlere dayanıyor. Bu araştırmaların nicel sonuçlarını sınamak her ne kadar güç olsa da bu tip araştırmalar yine de bilimsel sahteciliğin yaygınlığı açısından bize bir fikir verebilir. 
 2009’da yayımlanan makalesinde Daniele Fanelli’nin yaptığı meta-analiz (yapılan birçok araştırmanın verilerinin bir araya getirilerek tekrar beraber analiz edilmesi) çalışmasına göre bilim insanlarının % 2’si en az bir kez bulgularını iyileştirmek için veriler üzerinde uydurma, tahrifat ve değişiklik gibi ciddi sahtecilikler yaptıklarını kabul etmiş. Gene aynı çalışmadan bilim insanlarının % 34’ünün, önceki çalışmalarıyla ters düştüğü veya bir dayanak olmadığı halde sadece yanlış olduğunu hissettiği için, verilerin bir kısmını göz ardı etmek gibi şüpheli araştırma uygulamalarına başvurduğu da anlaşılıyor. Bu verilere ek olarak, bilim insanlarının % 14’ü çevrelerinde ciddi sahtecilik yapan birileri olduğunu, % 72’si de şüpheli araştırma uygulamaları yapan akranları olduğunu düşünüyor. Burada bilim insanlarının kendilerine gösterdikleri hoşgörüyü akranlarına göstermediğini görebiliyoruz. Bu rakamların kesinliği tartışılabilir olsa bile verdikleri mesaj çok açık: Yapılan anketler ve araştırmalar ne yazık ki buzdağının görünen kısmı yaklaşımının doğruya daha yakın olduğunu gösteriyor. 
 Dünyanın en iyi eğitimli kişilerinin de aralarında bulunduğu bilim insanları niçin bu yola sapıyor? Bilim insanları ne dünyayı kıyamet günü makineleriyle ele geçirmeye çalışan deli dâhiler, ne de gerçeğe sadakat yemini etmiş rahipler. Onlar da çoğunlukla duygularının, zaaflarının ve çevrelerinin etkisine açık sıradan insanlar. Diğer meslek sahipleri arasında olduğu gibi bilim insanları arasında da sahtecilik ve hile yapanlar var. Bilim insanlarının niçin etik dışı davrandığı konusunda farklı açıklamalar var. Bunlardan en ilginci “patolojik kendini kandırma”. Yani bir bilim insanı kendi sonuç ve çıkarımlarına o kadar inanır ve güvenir ki kuramına veya hipotezine uymayan deney ve araştırma sonuçlarını ya yok sayar ya da uyanları bulur! Akranlarının saygısını çok önemseyen bilim insanlarının geçerli ve güvenilir yollarla kazanamadıkları saygıyı, sahteciliğe başvurarak kazanmaya çalıştığı da bir başka varsayım. Sistemdeki kusurlar veya boşluklar da bilim insanlarını sahtekârlık için cesaretlendirebilir. Hakemli dergilerde makale yayımlatma, araştırma için fon bulma baskısı, disiplinlerarası çalışmalarda farklı dallardaki çalışmaları kontrol edememe, beraber çalışılan diğer insanların çalışmalarını kontrol edecek zaman bulamama gibi sebepler bunlar arasında sayılabilir. Deneysel bulgulara göre, sisteme ait sebepler birçok bilimsel sahtecilik olayında en etkili sebep. Örneğin kendini ispatlama kaygısı duyan ve baskı altında hisseden bilim insanlarının etik dışına çıkmaya çok daha yatkın olduğu görülüyor. Etik dışı davranışların genelde kişiye özel sebepleri olduğu için, bu konularda yeterince güvenilir bulgu elde etmek zor. Bahsettiğimiz varsayımlar sadece bilim insanlarının bu yollara niçin sapmış olabileceği hakkında bir fikir vermek için. Yoksa bu varsayımlarla her biri karmaşık birçok detay içeren sahtecilik olaylarının hepsini açıklayamayız. 
 Peki ama, bu sahtekârlıklar olurken ve bazıları da en saygın bilimsel dergilerde yayımlanırken bu dergilerin editör ve hakemleri niçin bu sahtekârlıkları fark edemiyor? Bilimsel araştırmaları ve makaleleri incelemek için seçilen hakemler genelde benzer konularda çalışan başka bilim insanları. Bir başka deyişle dalında ve hakemlikte uzmanlaşmış otoritelerden daha çok, benzer tecrübeye ve birikime sahip akranlar. Bu akran bilim adamları literatüre hâkimse önlerine gelen bir yazıdaki intihali veya yazarın geçmiş makalelerini kısmen veya tamamen kopyalamaya çalışmasını kolaylıkla yakalayabilir. Gerek analiz edilmemiş ham bulgulara hakemlerin doğrudan erişimi olmadığı için, gerekse sahteciliği yakalamak ayrı bir eğitim ve araçlar gerektirdiği ve hatta söz konusu araştırmanın tekrarını gerektirebileceği için, bu sistem verilerin tahrif edildiği veya uydurulduğu sahtecilikleri yakalamaya uygun değildir. Hele de sahtecilik temel konularda değil de ufak detaylardaysa, yakalanmama ihtimali gayet yüksek. Bilimsel araştırmaların yapıldığı çoğu dalda rekabet ortamı var. Araştırma fonlarının ve ödüllerin de genelde özgün ve farklı bilimsel çalışmalara verilmesi de rekabeti artıran bir unsur. Buna bağlı olarak sonuçları çalışılan alan için temel nitelikte olan veya sarsıcı gelişmelere ön ayak olabilecek çalışmalar farklı bilim insanlarınca tekrar edilebiliyor. Genelde araştırmacıların bu şartları sağlamayan araştırmaları tekrar etmek için yeterli motivasyonu olmuyor. Bu da tahrif edilmiş veya uydurma verilerle sahtecilik yapanları cesaretlendirebiliyor. 
 Akran incelemeli dergilerin işleyişi her sahtekârlığı yakalamaya uygun olmasa da sahtekârlığın boyutu arttıkça yakalanma olasılığı da artar. Araştırma sonuçlarının önemi arttıkça araştırmanın tekrarlanması için motivasyon da artmaya başlar. Bilim dünyasının birçok alanının yarışmacı bir doğası olmasından ötürü, bu alanda çalışan diğer bilim insanları yayımlanan kayda değer sonuçları sorgulamaya başlayıp değerlendirmeye alır. Bir sonraki aşamada bu sonuçları tekrar edip geliştirmeye çalışırlar. Eğer yapılan araştırmada ve yazılan makalede şüpheli uygulamalar varsa ve bu sorunlar hakemli derginin editör ve hakemlerinin gözünden kaçmışsa bile artık bu aşamada sahtecilik ortaya çıkar. Bilim insanları sadece araştırma bulgularını değil araştırmanın gerçekleştiği şartları, takip edilen yöntemi ve ham verilerin sonuçlara nasıl dönüştüğünü de anlamaya çalışır. Schön skandalı, soğuk füzyon olayı ve benzeri olaylarda olduğu gibi şüpheli araştırma uygulamaları ve sahtecilikler bu aşamadaki sorgulamaya dayanamaz.
 Öte yandan, yakalanan çoğu bilimsel sahtecilik vakasında yakalanma sebebi araştırmada çalışan veya çalışmış bilim insanlarının şüpheli uygulamaları ihbar etmiş olması. Sahteciliklerin bildirilmesi iki önemli sebepten aslında pek de yaygın değil. İlki yukarıda değindiğimiz gibi bilimsel sahteciliğin tanımının hâlâ çok net olmaması. Ayrıca çoğu kurumun bilimsel sahtecilikle alakalı kendi kural ve uygulamaları vardır ve bu kural ve uygulamalar da kafa karışıklığını daha da artırır. İkinci sebep ise ne yazık ki ihbarcıların gördüğü kötü muamele. Sözleşme yenilememe, zam vermeme, finansal desteğin ve personel desteğinin azaltılması hatta kesilmesi gibi kurumsal yaptırımlar, dışlanma ve baskı gibi sosyal yaptırımlar ihbarcıların gördüğü kötü muamelelerden bazıları. İhbarcıların neredeyse % 70’i bu yaptırımlara maruz kalıyor. Kurumların kendi bünyelerinde yapılan sahteciliği rapor etmekte gönülsüz davranmasının da çeşitli sebepleri var. İlki, kurumun itibar kaybına uğrayacağı kaygısı. Maddi kayıplar ise bir diğer kaygı. Örneğin ABD‘de üniversiteler kendi çatıları altında çalışan araştırmacıların üniversite dışından kullandığı fonlardan ciddi bir yüzdelik dilim alır. Üniversitenin çoğu gelir kaynağının (devletin ve mezunların yardımı vb.) aksine bu gelir kaynağı, üniversite yönetiminin şartsız kullanımına açıktır. Bu kullanım kolaylığı üniversite yönetimlerini çok rahatlatır. Ayrıca yine ABD’de sahtecilik için çok yüksek cezalar kesilebiliyor. Bu gibi sebepler kurumları bünyelerindeki sahtecilikleri rapor etmektense kendi içlerinde sessizce çözmeye itiyor. 
 Bir örnek de akademik dünyanın dışından verelim. Araştırmaların firmalar tarafından desteklendiği Amerikan ilaç endüstrisinde “şüpheli araştırma uygulamaları” her zaman tartışma konusu olmuştur. Özellikle gelişmiş ülkelerde ortalama ömür uzunluğunun artmasında ilaç endüstrisinin yaptığı araştırmaların ve geliştirilen yeni ilaçların ciddi bir payı var. Fakat elbette bu araştırma ve geliştirme sürecinde aksaklıklar oluyor. Örneğin geliştirilen yeni ilaçların etkilerinin sınandığı ve/veya eski ilaçlarla karşılaştırıldığı klinik deneyler düzenleniyor. Bu deneyler ilacı geliştiren firmanın laboratuvarlarında yapılmadığı için bağımsız araştırma olarak lanse ediliyor. Ancak araştırma verilerinin ve bulgularının tamamıyla firmalara ait olması ve özellikle analizlerin firma çalışanları tarafından firma merkezlerinde yapılması ve araştırma bulgularından yapılacak yayınlarda firmaların söz sahibi olması araştırmaların bağımsızlığını tartışmaya açan unsurlar. Bir başka örnek ise bir firmanın sponsorluğundaki araştırmaların, diğer araştırmalarla kıyaslandığında, nerdeyse her zaman firmaya ait ürünün lehine sonuçlanması. Ayrıca klinik deneylerin tarafsızlığı ve tasarımı, hasta seçimi, elde edilen ham bulguların ulaşılabilirliği, negatif sonuçların yayımlanmaması veya yayımının zorlaştırılması gibi olgular hâlâ gereken düzeyde açıklığa kavuşmamış konular. 
 Yazarlık suistimalleri ise bilimsel sahtekârlık ve etik dışı davranışların ayrı bir kolu. Akademik bir makalede, makaleye önemli katkısı olan birinin yazarlar arasında adının geçmemesi veya aslında hiçbir katkısı olmadığı halde, örneğin akademik pozisyonu dolayısıyla, makaleye yazar eklenmesi bu davranışlardan bazılarıdır. “Hayalet yazar” ise makaleyi yazdığı halde ismi yazarlar arasında geçmeyen kişidir. Hayalet yazarlar genelde sponsor şirketin çıkarlarını korumak ve şirketin istediği mesajların rahatça verilebilmesini sağlamak için kullanılır. Bazen de tam tersine bir makaleye misafir yazar davet edilir. Bu davet misafir yazarın saygınlığını kullanarak makaleye saygınlık kazandırmak için yapılabileceği gibi, daha önce o alanda çalışmış ünlü bir bilim insanının veya örneğin o akademik çalışmaya vaktiyle destek olmuş bir bölüm başkanının adını, yayımlanacak olan ve önemli olduğu düşünülen bir makaleye ekleyerek o kişiyi taltif etmek için (armağan/onursal yazarlık) yapılabilir. Her iki durum da etiğe uygun değildir ve yayımlanan makaledeki tüm yanlışlardan bu yazarlar da sorumlu tutulur. Örneğin, Malcolm Pearce isimli bir araştırmacı bilimsel sahtecilik yaptığı makaleleri yardımcı editör olduğu bir dergide yayımlar. Hem kendi çalıştığı okulda bölüm başkanı hem de aynı dergide şef editör olan Geoffrey Chamberlain’in adını da onursal yazar olarak makalesine ekler. Sahtecilik yaptığı ortaya çıktığında Chamberlain zor durumda kalır. Sahtecilik suçlamalarından aklanmasına rağmen her iki görevinden de istifa eder. Sahtecilik kategorisine eklenebilecek bir diğer etik olmayan davranış da yazarın yaptığı araştırmadan ticari bir çıkarının olmasıdır. Mesela klinik deneyleri yürütülen bir ürünün sahibi olan firmayla yazar arasındaki tüm çıkar ilişkilerinin (ortaklık, danışmanlık vb.) yapılan tüm akademik çalışmalarda belirtilmesi gerekir. 
 Bu etik dışı davranışların engellenmesi için alınabilecek önlemlerin neler olduğundan da bahsedelim. Hakemli dergilerdeki gözden geçirme safhası genelde sahteciliğin yöntemli olarak durdurulamaya çalışıldığı en önemli safhadır. Hakemler, akranlar ve editörler literatüre ve bilimsel yönteme hâkimiyetleriyle sahteciliğe ve kopyacılığa karşı ilk savunma hattını oluşturur. Farklı dillerde, benzeri konularda yayın yapan düzinelerce hatta yüzlerce dergi düşünüldüğünde bu çok da kolay bir iş değildir. Fakat teknoloji bu alanda da yardımımıza koşar. Turnitin, Crosscheck gibi uygulamalar kopyacılığı, bir makalenin kısmen veya tamamen birden fazla dergide basılmasını önlemek için geliştirilmiştir. Turnitin soruşturduğunuz metni 90 binden fazla basılı materyalle (kitap, dergi vb.) ve milyarlarca web sitesiyle karşılaştırıp örtüşmeleri ve benzeşmeleri çıkarabiliyor. Ayrıca dünyada 126 ülkeden bir milyondan fazla öğretmen de bu uygulamayı kullanarak öğrencilerinin tez ve ödevlerini denetleyebiliyor. Buna benzer uygulamaların Türkiye’de de İngilizce eğitim veren bazı üniversitelerde tezlerin ve ödevlerin kontrolü için kullanılmaya başlandığını da hatırlatalım. Ek olarak fotoğrafların ve resimlerin çok önemli olduğu hücre biyolojisi ve benzeri dallarda görüntüde, özellikle de görüntünün ufak bir bölümünde değişiklik yapma hakkı da (örneğin kontrast ayarı ile oynamak) sınırlandırıldı. Artık görüntülerin mümkün olduğunca değiştirilmeden verilmesi özendiriliyor. Nature ve Journal of Cell Biology gibi dergiler yayın politikalarını görüntülerdeki değişikliklerin en aza indirilmesini sağlamak için değiştirdi. 
 Araştırma kariyerinin başındaki bilim insanlarına bilimsel sahtekârlıkla ilgili eğitim vermek hem kendi uygulamalarını hem de çevrelerindeki uygulamaları doğru değerlendirmelerinde yardımcı olacaktır. Bu yönde meslek içi eğitim alan kişilerde bilimsel sahtecilik daha az görülüyor. Ayrıca şüpheli uygulamaları olduğunu düşündüğü akranlarıyla uygun bir dille konuşan bilim insanlarının aldığı pozitif geri dönüşler de umut verici. Şüpheli araştırma uygulamalarını ihbar eden kişilerin daha fazla dikkate alınması da bir diğer önlem olabilir. Zamanında yapılacak bir ihbar ve bilgilendirmenin, birçok insanın emeğinden, zamanından ve parasından tasarruf edilmesini sağlayacağı unutulmamalı. İhbarcıların maruz kaldığı kurumsal ve sosyal kötü muamele sona erdirilerek, bilim insanlarının fark ettikleri şüpheli uygulamaları bildirmeleri doğrultusunda yüreklendirilmesi de ayrıca önemli. Ama tabiidir ki bu önlemler hem emek hem de zaman gerektirir. Fakat yapılan sahteciliğin sonucunda kaybedilecek zamanla, emekle ve parayla karşılaştırıldığında bu önlemlerin sıkılaştırılması gerektiği açık. 
 Modern bilim insanlığın ortak mirasıdır. Farklı milletlerden birçok bilim insanının fedakârca çabası ve ortak gayretiyle bugünlere ulaşmış ve kendine ait bir yöntem ve etik geliştirmiştir. Bu etik değerler sayesinde bilim insanları bugün tüm dünyada halkların en çok güvendiği meslek grubu mensupları arasındadır. Umarız ki son zamanlarda açığa çıkan sahtekârlık ve yanlışlar bilim insanlarına olan bu güveni sarsmaz. 
Kaynaklar
(*) Bilimsel Programlar Uzmanı

13 Kasım 2015

Dr. Tansu Küçüköncü (*) - İNTİHALKARLIK : Türkiye akademisinin sahtekarlık ürünü doktora tezleri

İntihalkar : intihal yapan, intihalci - İntihalkarlık : intihalcilik, intihali iş edinmişlik
Rönesanstan beri bilime, felsefeye, teknolojiye, müziğe, hukuğa öncülük eden Almanya, akademik etiğe de öncülük ediyor. İnternet, akademik sahtekarlık çağını da getirdi. Akademik sahtekarlık, gelişmiş ülkelerde de çok yaygınlaştı. Gelişmiş ülkelerle gelişmemiş ülkeler arasındaki fark, gelişmiş ülkelerin sağlam bilimsel alt yapıları olması, akademik sahtekarlara karşı tepki olması ve sonuç alınabilmesi, gelişmemiş ülkelerin ise bilimsel alt yapı oluşturabilme şanslarını tamamen yitirmeleri, akademik sahtekarlara karşı tepki olmaması ve sonuç alınamaması.  

Sözcüleri haricindekiler anonim olan, çok orgazine ve çok etkili olan Alman aktivistler, 150'den fazla ÇALINTI doktora tezini internette duyurup rapor etti; bunlardan 30 kadarı, 10 kadarı federal bakan ve parlamenterlere ait olmak üzere, 2 hafta ile 6 ay arasında değişen sürede iptal edildi. İptal ettirdikleri doktora tezlerine karşı açılan davalar kısa sürede sonuçlandı, sonucu değişen olmadı. 

Alman aktivistler, rapor ettikleri ÇALINTI doktora tezlerini, GuttenPlag sitesinin ardından Mart 2011'den beri VroniPlag adını verdikleri bir sitede yayınlıyorlar. (Plag : “Plagiarism”in kısaltması) 

GuttenPlag sitesine adı verilen Karl-Theodor zu Guttenberg çok zengin Alman federal savunma bakanıydı. % 76.34 ÇALINTI doktora tezi, rapor edildikten 2 hafta sonra iptal edildi (2011). Bakanlıktan istifa etti. Almanya'dan ayrıldı, Amerika'ya yerleşti. 

VroniPlag sitesine adı verilen Veronica Saß çok zengin Alman poltikacı Edmund Stoiber'in kızı. "Vroni", "Veronica" ismi için Almanca'daki takma isim. 3'te 1'inden fazlası ÇALINTI doktora tezi, rapor edildikten 6 hafta sonra iptal edildi (2011). VroniPlag sitesinde belgelenen ilk ÇALINTI doktora tezi. 

VroniPlag sitesi ile aynı amaca yönelik olan İntihalKarlık sitesine isim verilirken de VroniPlag'dan esinlenilmiştir; akademik sahtekar Bekir Karlık'ın soyadı ile ihtihal kelimeleri birleştirilmiştir.

İntihalKarlık sitesindeki ilk tez Bekir Karlık'ın ÇALINTI doktora tezi (1993, Yıldız Teknik Üniversitesi). Bekir Karlık'ın danışman olduğu tezlerin de hemen hepsini çok yakında İntihalKarlık sitesinde görebileceksiniz. 

İntihalKarlık sitesinde şu anda akademik sahtekarlık ürünü 10 tez var, 3'ü İPTAL EDİLMİŞ doktora tezi olmak üzere. İzlemeye devam edin ! 

İntihalKarlık sitesinin dili Türkçe ve İngilizce. 

Alman aktivistlerin rapor ettiği ÇALINTI tezler, 2 hafta ile 6 ay arasında İPTAL EDİLİRKEN, Türkiye'de YÖK ve üniversitelere gönderilen akademik sahtekarlık ürünü tezler hakkındaki raporların başına neler geliyor, ve raporları gönderenlere neler yapılıyor, onların hikayesini, gelen – gelmeyen cevapları göstererek, ayrı bir sitede anlatmaya başlayacağız. 

Doktora tezleri böyleyse, makaleler neye benzer? Başlamışken, ayrı bir sitede makale örnekleri de vermeye başlayacağız. 

(*) Dr Tansu KÜÇÜKÖNCÜ : 2001 başından beri “elverişli eko sisteme yerleşen bakteri kolonisi benzeri hızla çoğalan zehirli sarmaşık gibi ülkemiz üniversitelerini kuşatarak boğan, çürüten, kokutan, ve çökerten” “akademik sahtekarlık gelenekçileri”ne karşı insan hakları mücadelesi vermektedir.

10 Kasım 2015

“İntihal, en ağır etik ihlal türüdür” (Akademi-Haber)

Anadolu Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Aydın Aybar'ın başkanlığını yürüttüğü Rektörlük Etik Kurulu tarafından düzenlenen "Etik ve İntihal" konulu toplantı, 9 Kasım Pazartesi günü Kongre Merkezi Mavi Salon'da gerçekleştirildi. Konuyla ilgili konuşan Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yusuf Öztürk sunumuna “Etik nedir?” sorusuyla başladı. Etiği en kısa ifadesiyle “ahlak felsefesi” olarak tanımlayan Prof. Dr. Öztürk, ünlü düşünürlerin etik ile ilgili sözlerini de paylaştı.

Akademisyenler ve bu yolda yürüyenler için en önemli şeyin bilim etiği olduğuna dikkat çeken Öztürk, bilimsel değerleri “olgusallık, gözlemsellik, deneyselcilik, sistemlilik, tekrarcılık, alenilik, nesnellik, görelik, doğruluk, sadelik, mantıksallık, işlevsellik, seçicilik, genelleyicilik, özgünlük, gelişmecilik ve sosyallik” başlıkları altında inceledi.

"Temel nokta insan ve bunu unutmamak gerekir." diyen Prof. Dr. Yusuf Öztürk, intihalin en ağır etik ihlal türü olduğunu söyledi. “Aşırma” olarak da tanımlanan intihalin bilim etiğinde oldukça önemli bir yeri olduğunu ifade eden Prof. Dr. Öztürk aşırmanın; psikolojik, bilimsel, kurumsal, ekonomik ve hukuksal sonuçlar doğurduğunu belirtti.

Prof. Dr. Yusuf Öztürk konuyla ilgili sözlerine şöyle devam etti: “Aşırma, fikrî mülkiyetlerin hırsızlığı olarak da tanımlanabilir. Patent, isim hakkı, faydalı model gibi durumlar sadece ‘etik’ değil, ‘hukuki ihlal’ olarak da kabul edilir. Dünyada son yıllarda bilimsel performansın ön plana çıkması nedeniyle etki ihlaller ve intihaller, artma eğilimi göstermektedir. Teknolojik olanakların artması da bu eğilimi körükler. Ama teknolojik olanaklar aynı zamanda intihal kontrolünü de sağlayarak yakalanma süresini hızlandırmaktadır.”

Tüm dünyada intihallere uygulanan yaptırım ve cezaların arttığını kaydeden Prof. Dr. Öztürk, bundan kaçınmak için bilimsel yaratıcılık ve fikirsel üretkenliğin artırılması, teknolojik olanaklardan yararlanarak çok fazla literatür verisinin değerlendirilmesi, yapılan araştırmanın Ithenticate ya da Turnitin gibi programlar kullanılarak denetlenmesi ve bilen birine danışılması gerektiğini sözlerine ekledi.

Esen Özay (Haber Merkezi)
Kaynak: e-gazete.anadolu.edu.tr

2 Ekim 2015

Murat Bardakçı - Akademik sıralamada ne bekliyoruz ki? (HABERTÜRK)

Habertürk’ün internet sitesinde okudum: Dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasında daha önce ilk ikiyüz arasında yeralan ODTÜ, İTÜ yahut Boğaziçi gibi Türk üniversiteleri, bu seneki listede oldukça gerilerde, beş ile altıyüzler arasında yer bulabilmişler... İlk 250 içerisinde hiçbir Türk üniversitesine yer verilmemiş, 251-300 bandına ise sadece Koç Üniversitesi girebilmiş, Sabancı Üniversitesi ile Bilkent de daha gerilerde yeralmış.

Önceki senelerde listeye giren bazı üniversitelerimizin rektörleri sıralamadaki gerilemeyi, değerlendirme kriterlerinde yapılan değişikliklere bağlıyorlar ve eğitimlerinin kalitesinde değişme olmadığını söylüyorlar.

Rektörlerin sözlerinde haklılık payı mutlaka vardır ama konunun asıl önemli boyutunu gözardı etmemek gerekir: Her vilâyete lise açar gibi üniversite kurmaya dayalı bir yüksek öğretim politikasından ne bekliyoruz ki? Sadece tabelâ, masa ve sandalye ile birkaç yardımcı doçentten ibaret ama kütüphanesiz ve araştırma için bütçesi olmayan kasaba üniversitelerinin Oxford, Columbia, Cambridge, MIT, Yale yahut Stanford ile aşık atmasını mı?

LİSELERDEN BİLE GERİYİZ

Meselenin başka bir tarafı daha var: Sadece yeni kurulan tabelâ üniversitelerinde değil, memleketin en eski ve vakti zamanında en ciddî olan üniversitelerinde sosyal bilimler alanında bugün verilen eğitimin, artık geçmişteki büyük liselerdeki kalitenin bile gerisinde kalmış olması...

Tıp, fizik, matematik yahut mühendislik gibi teknik alanlardaki eğitimin bugünkü kalitesi benim ilgi ve bilgi alanımın dışında olduğu için sadece sosyal bilimler alanından sözediyorum ama teknik alanlarda sık sık yaşanan bir derdi gayet yakından biliyorum: “İntihal”in, yani bilimsel hırsızlığın artık nasıl sıradan bir iş olduğunu, bu işi yapanların YÖK tarafından kulaklarından tutup kapıdışarı edilmeleri gerektiği halde hırsızlıklarının hafif yaptırımlarla yanlarına kâr kaldığını ve akademik hırsızların uzadıkça uzayan soruşturma sürecinin ardından “zamanaşımı” yahut “kanıt bulunamaması” gibisinden bahanelerle genellikle aklandıklarını...

İntihal konusunu son 20 küsur seneden buyana diline en fazla dolayan, unvanlı hırsızlar için sık sık yayın yapan ve yazdığını da takip eden gazetecilerin başında gelenlerden biri, herhalde bendenizim. Dünya kadar akademik hırsızlığı sergiledim, kanıtları ile yayınladım, işin üzerine hiç durmadan gittim ama ettikleri haltı her yönü ile belgelediğim unvanlı hırsızların hiçbirini akademik hayattan kapıdışarı ettirmeyi başaramadım. Bir yolunu mutlaka buldular, fakültelerin kurduğu komisyonlar yahut YÖK tarafından temize çıkartıldılar, hattâ bir-ikisi de ödüllendirilip mensubu oldukları fakültenin başına getirildi...

Verdirmeye muvaffak olduğum en ağır ceza, intihalcinin üniversite ile ilişkisinin üç aylığına kesilmesi oldu. Ama bu ceza sonradan affa girdi ve başkasının eserinin üzerine hiç sıkılmadan oturan akademik hırsız şimdi afra-tafrasıyla meşhur bir profesör olarak etrafa güya ilim nurları saçıyor!

KENDİNDEN BÜYÜK İNTİHAL

İntihal meselesi memlekette vak’a-i âdiyeden kabul edilir hâle geldiği için, üniversite hocalarının gönderdikleri yeni akademik hırsızlık dosyalarını artık yayınlamıyorum, zira netice çıkmıyor ve yazdığım takdirde hem köşemi, hem de zamanımı israf etmiş oluyorum...

Yine de geçenlerde gönderilen ve şimdiye kadar eşine-emsâline rastlamadığım bir intihalden bahsetmeden edemeyeceğim: Unvanlı hırsızın biri, Amerikalı bir fizikçinin 1955’te yayınladığı makalesini 2000’li senelerde almış, Türkçe’ye çevirmiş ve kendi adıyla neşretmişti! Yani, teknolojinin bu kadar hızlı geliştiği bir devirde kendisinden de yaşlı bir makaleyi çalmış, hırsızlığı farkedilince fakültesine şikâyet edilmiş ama açılan soruşturmadan sonuç çıkmamıştı!

Türkiye’de teknik konularda ciddî ve ileri memleketler ayarında yayın yapılmıyor mu? Tabii ki yapılıyor, hem de dünya kadar çalışma var ama bilim vasfını kaybetmiş, uyuşmuş ve hevesten nasibini almamış, üstelik mebzul miktarda intihalcinin bulunduğu akademik dünyamızda bu gibi emek mahsulü çabaların artık maalesef esâmileri okunmuyor.

Dolayısı ile tekrar sorayım: Rektörlerimiz böyle bir ortamda ne bekliyorlar? Oxford, Columbia, Cambridge, MIT, Yale yahut Stanford gibi okullar ile aynı kefeye konmayı mı?

30 Eylül 2015

Dr Tansu KÜÇÜKÖNCÜ (*) - Alman Akademik Aktivistlerin rapor ettiği 152. İNTİHAL doktora tezi yine bir Federal Savunma Bakanına ait


Ursula Gertrud von der Leyen : Almanya Federal Savunma Bakanı. 
Alman akademik aktivistler, icraatlarına Şubat 2011'de 16 aylık Almanya Federal Savunma Bakanı 1971 doğumlu çok zengin Baron Karl-Theodor Guttenberg'in % 76.34 İNTİHAL hukuk doktorasını (2009, Bayreuth University, “Verfassung und Verfassungsvertrag. Konstitutionelle Entwicklungsstufen in den USA und der EU”) rapor ederek başladılar. 2 hafta sonra doktora tezi İPTAL EDİLDİ (2011). Baron Karl-Theodor Guttenberg istifa etti, Almanya'yı terketti, Amerika'ya yerleşti.  
O günden bu yana 4.5 yılda Alman akademik aktivistler, 152 İNTİHAL doktora tezini daha VroniPlag sitesinde belgelediler. Bunlardan 30 kadarı 2 hafta ile 6 ay arasında sürelerde İPTAL EDİLDİ. İptal edilen doktora tezlerinin 10 kadarı Alman Federal Bakanlara ve parlamenterlere aitti.  
Alman akademik aktivistlerin belgelediği (Nisan 2012) Federal Bakanlara ait 2. intihal doktora tezi (ayrı bir sitede, schanplag, duyuruldu), 1955 doğumlu 7 yıllık Eğitim Bakanı Annette Schavan'ın % 11 İNTİHAL ilahiyat doktora teziydi (1980, University of Düsseldorf, “Person und Gewissen. Studien zu Voraussetzungen, Notwendigkeit und Erfordernissen heutiger Gewissensbildung”). 9 ay sonra tez İPTAL EDİLDİ (Şubat 2013). Annette Schavan, istifa etti, Vatikan büyükelçisi yapıldı. 
Alman akademik aktivistlerin belgelediği (26 Eylül 2015) Federal Bakanlara ait 3. intihal doktora tezi, 1958 doğumlu 21 aylık Savunma Bakanı Ursula Gertrud von der Leyen'ın % 40'tan fazla İNTİHAL tıp doktora (= tıpta uzmanlık) tezi (1980, Medizinische Hochschule Hannover, “C-reaktives Protein als diagnostischer Parameter zur Erfassung eines Amnioninfektionssysndroms [sic] bei vorzeitigem Blasensprung und therapeutischem Entspannungsbad in der Geburtsvorbereitung”) oldu.  
VroniPlag sitesinde belgelenen 152 İNTİHAL doktora tezinden 7'si Türkiye kökenlilere, bunlardan 2'si Hakan Taştan'a ait :  
Nalan Kayhan (1970 ; 2006, tıp, Medizinischen Fakultat Heidelberg, Ruprecht-Karls-Universitat Heidelberg), Hakan Taştan (1975 ; 2008, diş hekimliği, Gießen University), Hakan Taştan (1975 ; 2006, tıp, Gießen University), Derya Bıyıklı (1967 ; 2005, ekonomi ve sosyal bilimler, Hamburg University), Hüdayi Korkusuz (1976 ; 2006, tıp, Gießen University), Dinçer Aktürk (1977 ; 2007, tıp, Freiburg University (Breisgau)), Erkan Arslan (2010, diş hekimliği, Münster University).  
İptal edilen tezlere itiraz edenlerden hiçbiri sonucu değiştiremedi. Alman aktivistler, Almanya'da hukuğun işlediğini, juristokratların “intihal”i değerlendirmede iyi olduklarını söylemekte. 
Türkiye'de örtbaslar nedeniyle iptal edilen tez pek olmadığı için buna itiraz edilen örnek dava da pek yok. Fakat % 100 ÇALINTI doktora tezi iptal edilen Ahmet Yıldırım'ın Ege Üniversitesi'ne geri dönmesi, Türkiye'de hukuğun ve juristokratların haline dair yeterince fikir vermekte ; öyle ki, % 100 ÇALINTI doktora tezinin iptal edilmesini iptal ettirememesi mucize gibi görülebilir.  
Artık isteyen, “hileli tezleriyle köşeleri kapmış ve kapacak olan kalabağı korumak için akademik tez arşivinin yarıdan fazlasına (150.000'den fazla teze) erişimi yasaklayan” Türkiye'nin “akademik sahtekarlık” buzdağının görünen kısmından örnekleri de VroniPlag sitesinin benzeri olan İntihalKarlık sitesinden takip edebilir.  
Alman üniversitelerinin intihal doktora tezlerini 2 hafta ile 6 ay arasında iptal etmesinin aksine, “dokunulmaz” Türkiye akademisinin “ETİKSİZ” etik kurullarının, rektörlerinin, diğer üniversite yöneticilerinin, bilirkişilerinin, raportörlerinin “% 100 İNTİHAL” tezlerde bile etik ihlali olmadığını söyleyen örtbas cevaplarını da, isteyen çok yakında ayrı bir sitede takip edebilecek.  
Bu ETİKSİZ güruhun sınırsız yüzsüzlüğü, ne halt ederlerse etsinler normal karşılanmasından, tepki gösterenlerin yok denecek kadar az olmasından, böylece cılız tepki seslerini kolayca bastırabilmelerinden kaynaklanıyor.  
İyi seyirler “akademik sahtekarlık buzdağı”nın büyüdükçe büyümesine sessizce izleyerek katkıda bulunan Türkiye akademisinin “akmaz kokmaz” seyircileri ! 
(*) Dr Tansu KÜÇÜKÖNCÜ : 2001 başından beri “elverişli eko sisteme yerleşen bakteri kolonisi benzeri hızla çoğalan zehirli sarmaşık gibi ülkemiz üniversitelerini kuşatarak boğan, çürüten, kokutan, ve çökerten” “akademik sahtekarlık gelenekçileri”ne karşı insan hakları mücadelesi vermektedir.

!

Türkiye yırtıcı, şaibeli, sahte ve fake dergilerde en çok yayın yapan 3. ülke

Predatory journals: Who publishes in them and why? - Selçuk Beşir Demir Dünyanın en prestijli dergilerinden biri olan Elsevier tarafınd...

Predatory journals: Who publishes in them and why?

.....................................................................


...
...
...

* Rastgele Yazılar




.